Sevinçten çılgına dönen Zeynep:

“Olamaz! dedi “İnanamıyorum! Demek bir hafta Yayla’da, buradasınız? Doğru mu söyledikleri Dede?” diye dedesine sarıldı.

“Ben de yeni duyuyorum yavrum,” dedi Sağlıkçı Musa.

Zafer Bey’e dönerek:

“Ne iyi ettiniz geldiğinize! Komşu oldunuz bize!”

“Evet komşu olduk birkaç günlüğüne.”

“Yaşasın!” diye bağırdı Zeynep. Geldi Cemre’nin boynuna sarıldı. “Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsiniz! Burada çok güzel günler geçireceğiz hep birlikte.”

Hepsi de gülerek katılıyordu Zeynep’in sevincine.

“Çok sıcakkanlı, dost canlısıdır kızım,” dedi Sağlıkçı Musa.

Zafer Bey:

“Bizim çocuklar da öyledir Musa Ağabey. Anlaşacaklarını umuyorum ben de.”

“Suludere’yi, Evkaya Deresi’ni, Kemerin Dere’yi, Yayla çevresini, Akçapınar’ı, Eski Yayla’yı kısacası dağın hemen hemen her yanını bilir benim torunum,”

“Her yıl Yayla’da kalmanın ayrıcalıkları işte bunlar. Bizim çocuklar da ilk kez geliyorlar dağa.”

“Zeynep öğretir onlara Yayla ve çevresini.”

“Evet,” dedi Özgün. “Yaylacı Üçler, ‘Yaylacı Dörtler’ olduk böylece.”

Bu yakıştırmayı sevmişti Cemre.

“Gerçekten güzel bir ad buldun bizim ekibe.” dedi.

“Eee!” dedi Zeynep. “Daha ne duruyoruz. Biraz gezdirip konuklara çevreyi tanıtsam ya Dede.”

“Dur kızım! acele etme,” dedi dedesi. “Bak babaannen geliyor. Yardımcı ol getirdiklerine.”

Babaannesinin elinde bir tepsi, tepsinin üzerinde yiyecekler vardı.

“Babaanne,” dedi Zeynep. “Bana niye haber vermiyorsun?”

“Ben getiriyorum işte yavrum,” dedi kadın.

“Zahmet ettiniz,” dedi Zafer Bey. “Sıkıntı verdik sizlere.”

“Ne zahmeti, ne sıkıntısı? İyi ki geldiniz de şenelttiniz Yayla’mızı.”

Zafer Bey poşeti Zeynep’e vererek:

“Bunu da götürüver kızım,” dedi.

“Nedir o Zafer Bey?” diye sordu Sağlıkçı Musa.

“Çam sakızı, çoban armağanı’ olarak getirdik size. Kabul ederseniz seviniriz.”

“Sağ olun da. Zahmet etmişsiniz doğrusu. Ne gereği vardı ki.”

“Bir anmalık işte Musa ağabey.”

Cemre de yardımcı oldu. Masanın üstüne bir sofra bezi serdiler. Peynir, yağ, çökelek, çörek ve süt getirdi kadın. Sütü bardaklara doldurarak:

“Haydi buyurun, kusura bakmayın,” dedi.

“Kusuru mu olurmuş? Elinize sağlık. Böylesine doğal gıdaları kentte nerde buluyorsunuz? Bulsan bile, bu temiz havayı, bu doğal güzelliği bulamazsınız. Buralara bayılıyorum ben. Her yıl, en az üç dört kez çıkarım dağa.”

“Biliyorum, sendeki doğa sevdasını Zafer Bey. Haydi buyurun!”

Hep birlikte buyurdular.

Kadıncağız:

“Yeyin ölüyüm, çekinmeyin,” diyordu çocuklara. “Kurbanlar olurum size. Siz de benim bir Zeynep’im bir Kemal’imsiniz. Yeyiverin hele!”

“Ne iyi insanlar,” diyordu. Özgün Emre’ye fısıltıyla.

Yemekten sonra teşekkür ettiler. Sofranın kaldırılmasına Cemre de yardımcı oldu.

“Sen zahmet etme kızım, biz kaldırırız,” dediyse de kadın, Cemre bırakmadı.

“Ben de sizin bir torununuz sayılırım. Ekmeği paylaştığımız gibi, yapılan işi de paylaşıyoruz,” dedi.

“Allah razı olsun yavrum. Kaldığınız sürece, çekinmeyin gelin buraya.”

“Çok sağ olun nine. Geliriz elbet.”

Zeynep’le çocuklar biraz dolaşmak için izin isteyip ayrılırken, onlar da koyu bir söyleşiye daldılar.

Sağlıkçı Musa:

“Rahmetli babanı, Arif Ağa’yı çok severdim. Onun iyiliklerini ölürsem unuturum. 1954’te İzmir’de bir yıl kaldı baban. Siz o zaman çocuktunuz. Borçlandığı için İzmir’e gelmişti çalışmaya. Çalışıp para kazanmaya. Arif Ağa ileri görüşlü, akıllı, uyanık bir adamdı. Herkes de hatırını sayar, kimse uğrunu kesmezdi. Onunla çok birlikteliğimiz olmuştur gurbette. İzmir Karşıyaka’da, Madamın Han’da konaklardık. Güzel anılarımız vardır. Hangi birini anlatayım sana?”

Burada derin bir iç geçirdi Sağlıkçı Musa.

(SÜRECEK)