“Hayatta insanın sevdiklerinden ayrılması kadar zor, bir başka şey daha var mı acaba?”

“Kavuşmalar gibi ayrılıklar da doğaldır Zeynep kızım. Ayrılıkların sonunda yeniden kavuşma umudu varsa, o ayrılıklara daha rahat katlanırız. Eğer yeniden kavuşma umudu yoksa, yani o ayrılık sonsuza kadarsa; çaresiz ona da katlanırız ama ayrılığın en acısı da odur zaten.”

“Ölüm ayrılığı desene buna Zafer Amca?”

“Evet ama neden sözü buraya getirdik ki. Allah geçinden versin o tür ayrılıkları. Dileğimiz; herkesin sağlıklı ve uzun ömürlü olması. Hem biraz sonra bizim konuklarımız gelecek. Biz nelere daldık gittik?”

Zafer Bey cep telefonuyla köyden Mustafa Yılmaz’ı aradı. Güzel bir rastlantı, evdeymiş.

“Yarın öğleden sonra Yayla’ya gelip bizi köye indir. Yarın akşam Çorum’da olmamız gerekiyor,” dedi.

“Hay hay Dayı,” dedi Mustafa. “Allah’tan bir şey olmazsa öğle sonu, saat tam iki de mutlaka Yayla’dayım.”

Zafer Bey çocuklara dönerek:

“Traktör işini de hallettik,” dedi.

Zeynep çok üzgün görünüyordu.

“Ben eve kadar varıp gelsem…”

“Tamam kızım.”

Kalktı, gitti Gamsız’la.

Bir süre sonra da ağzı kapaklı bir naylon bidonla içinde yayık ayranı getirdi.

“Gelen konuklara yayla ayranı sunalım da, konukseverliğimizi gösterelim Zafer Amca,” dedi.

“Çok düşüncelisin kızım. Çok sağ ol!”

Zeynep, babaannesine geziden geri dönüş nedenini söylememiş; dedesi de mal peşine gittiği için görememişti onu.

“Usandık, onun için döndük,” demişti kadına.

AHMET YÜZBAŞI’NIN

JANDARMA DEVRİYESİ

Çocukların gözü dağa çıkan köy yolundaydı. Saat, 15.00’e geliyordu.

Emre heyecanla bağırdı:

“Geliyorlar Büyükbaba!” dedi.

“Hem de iki araçla!..”

“Evet çocuklar. Onlar olmalı!”

Gerçekten de Alan düzlüğünden yukarı ardında bir toz bulutuyla motorlu iki araç geliyordu peş peşe. Sonra dağın eteğinde bir ara gözden kayboldular

Zafer Bey çocuklara:

“Siz bahçede bekleyin,” dedi. “Ben karşılayayım onları.”

Kendisi kulübenin arkasına dolanıp, havuzun önüne, yolun kıyısına çıktı. Üç beş dakika sonra da önce araçların gürültüsünü duydular, ardından da araçları gördüler. Öndeki, askeri bir Lant Rower’di. Ardında da bir mavi jandarma minibüsü vardı. Araçlar geldi, bahçenin kıyısında havuzun önünde durdular. Arabadan Müze Müdürü İsmet Bey’le bir subay, bir de silahlı bir astsubay indiler.

Zafer Bey, içtenlikle karşıladı onları.

“Hoş geldiniz,” dedi. “Telefon eden bendim.”

“Hoş bulduk,” dediler güler yüzle.

İsmet Bey, onları birbiriyle tanıştırdı.

“Yüzbaşı Ahmet Bey. Bu da Zafer Bey.”

“Memnun oldum” dedi ikisi de. “Önce telefonla, şimdi de yüz yüze tanışmış olduk.”

Ardından, hal hatır sordular.

Minibüsten uzman çavuş, köy yönetim kurulundan Celal ile yedi tane de jandarma eri inmişti. Onlara da hoş geliş etti Zafer Bey.

“Bahçeye geçelim,” dedi. “Konuşurken biraz da dinlenmiş olursunuz ağaçların gölgesinde.”

“Hay hay,” dediler.

Yüzbaşı, uzman çavuşa:

“Siz askerlerle burada bekleyin Salim,” dedikten sonra Astsubay’a da:

Sen bizimle gel Selim astsubayım,”dedi.

“Baş üstüne komutanım!”

Saatine bakan Yüzbaşı Ahmet Bey:

“Saat 15.00 olmuş,” dedi. “Tam zamanında gelmişiz.”

“Gerçekten tam zamanında geldiniz,” dedi Zafer Bey. “Gecikeceksiniz diye endişelenmiştim.”

“Bu tür işler ihmale ve geciktirmeye gelmez Hocam.”

Kulübenin çevresinden dolaşıp Zafer Bey’i izleyerek, bahçeye geçtiler. Çadırın yanı başındaki gölgelik çayıra serilmiş kilimin üzerine oturdular.

Çocuklar bahçedeydi. Onlar da; “hoş geldiniz!” diyerek tek tek sıktılar gelenlerin ellerini. Çocuklar İsmet Bey’i tanımış, İsmet Bey de onları müze ziyaretlerinden hatırlamıştı.

(SÜRECEK)