“Zaman zaman gazete ve televizyon haberlerinde de izliyoruz. Ülkemizin tarihi zenginlikleri böyle talan ediliyor,” dedi Özgün. “Biz de rastlantısal olarak bu olayın içine girdik. Şimdi bize çok önemli bir görev düşüyor. Bu eserlerin yabancıların ellerine geçmesini engellemek; bu zenginliği ülkemize kazandırmak.”

“Nasıl olacak bu?” diye sordu Zeynep.

“Beş altı saat bir zamanımız var. O zamana kadar bu eserleri ele geçirmenin bir yolunu bulur Büyükbabam.”

“Öyleyse…” dedi Cemre.

“Öyleyse hiç zaman yitirmeden, bir an önce gidip Büyükbaba’mı haberdar edelim, diyorum.”

“O zaman yürüyün. Hemen gidelim,” dedi Zeynep. “Yemeğimizi de Yayla’da yeriz.”

Yeniden toparlandılar. Dereden bin bir güçlükle çıkıp yolu buldular.

Yarım saat sonra Yayla’nın başındaydılar. Zeyneplerin eve uğramadan kestirmeden kamp yerlerine indiler. Zafer Bey bahçedeydi. Koyu gölgede elindeki kitabına öyle dalmıştı ki. Çocuklar bahçeye girerken bastıkları dalların çıtırtısına başını kaldırdı. Çocukların dördünü de Gamsız’la birlikte karşısında görünce şaşıra kaldı.

Çocuklar soluk soluğaydılar. Ter su içinde kalmışlardı.

“Hayrola çocuklar?!” dedi. “Niye geri döndünüz? Bir şey mi oldu?”

Özgün poşeti Büyükbaba’sının önüne koydu.

“Bunun için döndük Büyükbaba,” dedi.

“Nedir ki bu?”

“Açıp bakınca anlarsınız.”

“Bilmece gibi konuşuyorsun yavrum.”

Zafer Bey poşeti açıp içindekileri çıkarmaya başladı. Çıkardıkça da merakı ve şaşkınlığı arttı Zafer Bey’in.

“Çok değerli tarihi eserler olmalı bunlar! Nerde buldunuz?”

“Bir mağarada bulduk Büyükbaba!” dedi Emre.

“Ne mağarası? Nerde bu mağara? Şunu baştan anlatsanıza yavrum!”

“Özgün konuyu en baştan alıp anlatmaya başladı. Zaman zaman diğerleri de söze katılıyorlardı.

Özellikle Pala denilen adamın silahıyla oynadığı, telefonla görüştüğü bölümü anlatırlarken Zafer Bey telaşlandı.

“Ya görseler de, size zarar verselerdi? Çok tehlikeli bir serüvenin içine girmişsiniz çocuklar,” dedi. “Ya sonra?”

Sonrasını da anlattı Özgün’le Emre.

Mağara serüvenleri daha da heyecanlandırdı Zafer Bey’i.

“Aşk olsun çocuklar! Kendinizi ne büyük bir tehlikenin içine attığınızın farkında mısınız? Siz mağaradayken, ya adamlar geri dönseydi. Haydudun, hırsızın, eşkıyanın ne yapacağı belli olur mu hiç? Açıkçası iyi bir iş başarmışsınız ama; hiçbir şey sizin canınızdan daha değerli değil benim için. Bunu hiçbir zaman unutmayın.”

“Çok mu kızdın bize Büyükbaba?”

“Evet Özgün. Ama görüyorum ki başarınız, kusurunuzu bağışlatacak nitelikte. Gelin bakalım sizleri öperek cezalandırayım bir güzelce.”

Özgün’den başlayarak sırayla kucaklayıp öptü hepsini de.

“Sizlerle gurur duyuyorum. Büyük bir iş başardınız? Bu tarihi yapıtların hepsi de müzemizde, dolayısıyla ülkemizde kalacak. Umuyorum geride daha değerli buluntular vardır.”

Hemen orada, cep telefonuyla Jandarma İmdat’ın 156 numaralı hattını aradı Zafer Bey. Bir kaçakçılık ihbarı yapacağını söyledi. Kendisini Yüzbaşı Ahmet Bey’le görüştürdüler. Kısa ve öz olarak anlattı durumu. Çıkrık Köyü’ne gelip, köy yönetiminden birisini alarak Yayla’ya ulaşabileceklerin belirtti. Ayrıca, kaçakçıların dört beş kişi olabileceklerini, mal tesliminin ikindiye doğru, saat 17.00 sularında olacağını söylemeyi unutmadı.

Ahmet Yüzbaşı; Müze Müdürü İsmet Bey’i de alarak ekibiyle birlikte kısa sürede Çıkrık Köyü Yayla’sına ulaşıp, yanlarında olacağını söyledi. Ayrıca, gösterdiği duyarlılıktan dolayı da çok teşekkür etti kendisine.

“Bu bizim vatandaşlık görevimizdir. Sizleri hemen bekliyoruz.” dedi Zafer Bey.

Telefonu kapattıktan sonra, yüzüne merakla bakan çocuklara gülerek:

“Gelecekler,” dedi. “Tarihsel yapıtlar kaçakçıların ellerine geçmeden kurtarılacak çocuklar. Doğrusu çok iyi bir iş başardığınızı bir kez daha söylemeliyim.”

(SÜRECEK)