“Telefonla konuştuğu kişilere satacağı belli. “Para peşin, kırmızı meşin” diyerek; parayı alıp malı teslim etmekten söz ediyordu.”

“Doğru. Çok değerli olmalı bu buluntular. Kim bilir daha neler var kolinin içinde Özgün!”

“Bunları kaçakçıların elinden kurtarıp Çorum Müzesi’ne kazandırmalıyız!”

“Peki nasıl yapacağız bunu Özgün?”

“Büyükbaba’ma haber vererek. O ne yapacağını bilir!”

“Zaman yitirmeden hemen çıkalım öyleyse! Boğulacak gibi oluyorum zaten burada!”

“Gidelim de birkaç örnek götürelim Büyükbaba’ma Emre! O da ona göre hareket eder!”

“Bu doğru işte!”

“Çıkarıp tamamını götürsek…”

Yokladı ama ağırdı torba. Torbanın tabanında daha ağır buluntular olmalıydı.

“Paylaşsak bile, Yayla’ya kadar taşıyamayız bunları!”

“Doğru söylüyorsun Özgün. Baktıklarımızı alabiliriz ancak!”

Torbanın yanı başında boş poşetler vardı. Onlardan birisine doldurdular baktıklarını. Özgün, torbanın ağzını buldukları biçimde kıvırıp bıraktı.

“Bir an önce çıkalım buradan artık! Çok oyalandık! Hem Cemre’yle Zeynep de merak etmişlerdir bizi Emre!”

“Onların merak etmesi neyse de, ya adamlar döner, bizi yakalarsa, ne yaparız o zaman?”

“Yükünüzü hafifletiyoruz deriz. ”

“Onlar da bizi hafifletir herhalde Özgün!”

“Adamların dönme olasılığını düşünmek bile kötü!”

Özgün poşeti aldı. Dönüp yürüdüler. Emre yine ışığı tutuyordu önleri sıra. Mağaradaki yolculukları bitmek bilmiyordu sanki.

Bir tümseği aştıklarında tünel ışığı gibi mağaranın giriş ışığı göründü.

“Oh be!” dedi Emre. “Buradan hiç çıkamayacağımızı sanmıştım.”

“İşte mağaranın ağzı. Çıkıyoruz kazasız belasız!”

Adımlarını ivedileştirdiler. Mağaranın ağzına ulaştılar.

Dizlerinin üzerinde emekleyerek peş peşe çıktılar mağaradan. Dışarının aydınlığı gözlerini aldı ikisinin de. Güneşe bakar gibi kıstılar gözlerini. Önce Gamsız karşıladı onları. Koklayarak, sevinç sesleri çıkararak ellerini yalamaya çalıştı.

“Nerde kaldınız?” dedi Cemre telaşla. “Çok merak ettik sizi!”

“Çok oyalandınız içeride,” dedi Zeynep. “Adamlar dönüverecek diye ödümüz koptu!”

“Aaa!” dedi Cemre.” Ellerinde bir şeyler var bunların.”

Gamsız da koklayarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu

“Anlatırız!” dedi Özgün. “Siz girmekten vazgeçin. Bir an önce uzaklaşalım buradan! Çabuk olun! Burası hiç de tekin bir yer değil!”

“Ne oldu ki?” diye sordu Zeynep.

“Sonra anlatırız!”

“Çalıyı mağaranın girişine aldığımız biçimde tıkamayı unutma Emre!”

“Tamam Özgün!”

Denileni yaptı. Çantalarını da alarak geldikleri yöne doğru oradan hızla uzaklaştılar.

TARİHİ ESERLER

Derenin en kuytu yerine indiklerinde durdular. Burada onları ne kimse görebilir ne de bulabilirdi. Soluk soluğa kalmışlardı. Omuzlarından çantalarını çıkarıp oturdular kayanın önüne. Oldukça da susamışlardı. Suluklarını çıkarıp kalan suları sonuna kadar içtiler.

“İyice meraklandırdınız bizi!” dedi Cemre.

“Artık anlatabiliriz!”

Özgün mağarada gördüklerini kısaca özetledi. Ardından torbadaki tarihi eserleri de çıkarıp gösterdi kızlara.

Cemre heyecanla:

“Çorum Müzesi’nde gördüklerimize benziyor!”

“Evet. Biz tamamına bakamadık. İki torba dolusu tarihi buluntu var. Bunları da Büyükbaba’ma göstermek için örnek olarak aldık Emre’yle!”

“Hepsini götürseydik!” dedi Zeynep.

“Torbadaki kolinin içinde daha bir yığın tarihi bulundu var! Özgün denedi ama torba ağırdı. Paylaşsak bile, hepsini Yayla’ya kadar taşıyamazdık.”

“Pala denilen o adam, telefonla konuştuğu kişilere bunları akşama doğru teslim edecek. Yani satacak. Sizin anlayacağınız, adam tarihi eser kaçakçısı.”

“Elbet ya!” dedi Cemre. “Belki de yurt dışına kaçırıyorlar bu tarihi buluntuları.”

(SÜRECEK)