“Hayır! Sadece biz değil; sen de çıkacaksın.”

“Özgün doğru söylüyor Prenses. Anca beraber, kanca beraber denilmiştir.”

“O zaman önce sen çık,” dedi Cemre Emre’ye.

“Hayır,” dedi Özgün. “Önce ben çıkayım. Çünkü ben sizden ağırım. Siz bana bacaklarımdan destek verin. Ben yukarı çıkınca da, Cemre gelsin peşimden. Emre, sen de Cemre’ye destek verirsen, ben elinden çeker çıkarırım yanıma. Sonra da seni Cemre’yle birlikte çekeriz yukarıya.”

“İyi, hoş, güzel de geri nasıl ineceğiz bay Prens?”

“Yine birbirimize destek vererek rahatlıkla inebiliriz sayın Prenses.”

“Sende mi öyle düşünüyorsun sayın Şehzade?”

“Elbette Prenses Hazretleri.” Taban kumsal nasıl olsa. İnerken atlasak da bir şey olmaz bir yanımıza. Sadece ıslanırız.”

“Hadi davran öyleyse,” dediler Özgün’e.

Özgün, kaya yarık ve çıkıntılarından tutunarak, onların da desteğiyle yukarı çıkmayı başardı. Soluk soluğa kalmıştı. Ayağa dikilip kanyonun süreğine baktı.

“Çocuklar,” dedi. Burası gerçekten görülmeye değer bir yer! Yirmi beş otuz metre ötesine kadar görünüyor. Hemen siz de gelin yukarıya!”

“O zaman tut elimden haydi!”

Emre’nin destek vermesiyle Cemre de tırmandı yukarıya. Özgün de elinden yakalayarak, çekip çıkardı Cemre’yi.

“Yaşa Prenses,”dedi. “Başardın bak! Şimdi sıra sende Şehzade!”

“Sıkı durun geliyorum.”

“Hadi bekliyoruz. Aman dikkatli ol!”

“Tamam!”

Sol eliyle kayanın yarığından tutunup, sağ ayağını kayanın yüzüne bastı. Ayakkabısının altı lastik olduğu için kayayı kavramıştı. Ardından sağ elini uzatıp yeni bir çıkıntıdan tutundu. Ayağını da yukarı çekti.

“Az kaldı. Ha gayret! Uzat elini!”

Emre tutunmaya çalıştı ama başaramadı. Arkasından da destek veren olmadığı için, eliyle ayağı ikisi birden kayıverdi.

Özgün’le Cemre’nin:

“Aman dikkat!” demelerine kalmadan arkası üstü düşüverdi suyun kıyısına. Üstünün büyük bölümü ıslanmış, oldukça da sinirlenmişti bu başarısızlığına. Toparlanıp ayağa kalkarak:

“Allah kahretsin!” dedi. “Şu halime bakın!”

“Sana arkadan destek veren olmadığı için kayıp düştün,” dedi Özgün.”Takma kafana!”

“Aldırma Şehzade. Aynı şanssızlığı biz de yaşayabilirdik. Hem kış gününde değiliz ya.”

“Dönüşte çıkarır, kurutursun. Haydi bekliyoruz.”

Emre yeniden tırmanmaya başladı. Bu kez daha dikkatliydi.

“Biraz daha gayret!” dediler.

Sonunda elleri buluştu. Çekip çıkardılar yukarıya.

“İşte bu kadar,” dedi Cemre.

Buradaki görünüm kanyonun süreğine doğru oldukça ilginçti. İki yandaki kayaların yüksekliği 20-250 metre kadar vardı. Ama sol yanı açıktı. Gökyüzünün bir bölümü mavi bir yol gibi uzuyordu batıya doğru. Dörtgensi boşluktan gün ışığı yansıyordu kanyona..

Kanyon yine olabildiğince dardı. Sağ yandaki dimdik kayalığın üst yanı, yer yer serpenek oluşturmuştu kanyonun üzerine. Zemin çarpık çurpuk bir devasa bir oluk gibi uzayıp gidiyordu ötelere doğru. Suyun içinde selin getirip taşlara ve kayalara takıp bıraktığı çalılar ve dallar vardı. Kıyılardan yürünecek boşluklar yeterli değildi.

Özgün durumu anlayınca:

“İleriye doğru yürüyeceksek suya girmemiz gerekecek.”

“Madem ki buraya çıktık bunu da göze alacağız.”

Cemre pek niyetli değildi suya girmeye.

“Hadi,” dedi Özgün.

“Siz gidin, ben burada bekleyim. Islanmayı göze alamıyorum doğrusu.”

“Tamam Prenses,” dediler.

Birlikte girdiler suya. Özgün önden, Emre de ardından yürüdü. Sular bazı yerdeki çukurlarda dizlerini aşarken, kimi yerler daha derindi. bellerine kadar geliyordu. Güçlükle yürüyorlardı. Bu serüven kendileri açısından da bir tür yüreklilik sınavıydı.

İlerdeki dönemeçten el sallayıp kaybolduklarında Cemre kanyonda kendisini yapayalnız hissetti. Bir ara korktu, panikler gibi oldu. Suyun, yanı başındaki çağlayandan dökülüşünün sesinden başka ses yoktu orada.

(SÜRECEK)