Bunlar hiç çalışmazlar, bütün günlerini yeyip, içerek, gezip yozarak ve eğlenerek geçirirlermiş.

Bir gün karınca:

“Sürekli gezip eğlenmek, hazır yemek olmaz arkadaşlar,” demiş. “Günün birinde beş parasız kalıp sıkıntıya düşebiliriz. Onun için, kendimize göre bir iş bulup çalışalım, kazanalım da, dar günlerimiz de bir şeyler biriktirelim. Çalışamadığımız zaman da zorda kalmayalım.”

“Ne yapalım?” demiş Tilki.

“Bakın, şuracıkta boş bir alan var. Tarla yapıp ekelim orayı. Kışlık yiyeceğimiz çıkar. Fazlasını da satar harçlık yaparız.”

Arkadaşları bu öneriyi uygun bulup, benimsemişler. Önce o alanın taşlarını ayıklamışlar bir güzelce. Sonra da otundan, çöpünden temizlemişler. Çok güzel bir tarla olmuş. Ardından da bir iyice sürüp, buğday ekmişler.

Yağmur yağmış, güneş açmış. Buğdaylar çimlenip yeşermiş. Yaz gelince de sarı sarı başaklarla dolup taşmış tarlaları.

Üç ortak çok çalışıp, çok terlemişler çok yorulmuşlar. Buğdayı biçip harmana getirmişler. Sürüp, sapını samanını birbirinden ayırmışlar. Bir yana buğdayı, diğer yana da samanı yığıp öbek yapmışlar.

Sıra ürünü paylaşmaya gelince; tilkinin kurnazlığı tutmuş yine.

“Bir önerim var arkadaşlar,” demiş.

“Söyle,” demiş kaplumbağayla karınca.

“Karşı tepeye varıp, oradan buraya kadar bir yarış yapalım. Önce gelen, buğdayı alsın. İkinciye saman kalsın. Sonuncuysa, havasını alsın.”

“Tamam,” demişler ama bu işteki hileyi sezmiş karınca.

“Tilki kardeş,” demiş. “Benim kulağım biraz ağır duyar. Yarış başlarken, kuyruğunu bana dokundurup haber ver ki, birlikte yarışa başlayalım olmaz mı?”

Kurnaz kurnaz gülmüş tilki:

“Hay hay! Olur arkadaşım,” demiş.

Tepeye varıp dizilmişler.

“Bir , iki, üç!..” demiş tilki.

Ardından da yarışın başladığını bildirmek için kuyruğunu karıncaya dokundurup koşmaya başlamış. Herkesten önce de gelip buğday öbeğine oturmuş. Bir süre sonra kaplumbağa görünmüş. İkinci geldiği için o da saman öbeğini sahiplenmiş. Karınca daha görünürlerde yokmuş.

Tilki gülerek:

“Aptal karıncayı kandırdık kaplumbağa kardeş,” demiş. “O, havasını aldı.”

Bu sırada karınca, tilkinin altından seslenmiş.

“Öte dur arkadaş! Geldin üzerime oturdun, beni ezeceksin…” demiş.

Tilki kendisini çok akıllı sandığından karıncanın, kuyruğuna yapışıp gelebileceğini, onu kandırabileceğini hiç düşünememiş. Kendi oyunuyla yenilmesinden dolayı da öyle utanmış, öyle utanmış ki, duramamış oralarda. Nesi var nesi yok almış, bir başka yere göç etmiş.” Karıncayla kaplumbağa da dostça yaşamışlar.

“Çok güzel bir masal,” dedi Zeynep. “Çok sağ ol Zafer Amca.”

“İlk kez duyuyoruz bu masalı Büyükbaba,” dedi Emre. “Çok sağ olun.”

Cemre mutluydu.

“Ben de ilk kez dinledim Büyükbabacığım,” dedi. “Masal dağarcığınızda kim bilir daha ne çok masal vardır?”

“Olanları yavaş yavaş yazıyoruz kızım.”

“Akıllılar, kurnazları her zaman yener. Bu masaldan alacağımız ders de bu olmalı bence.”

“Doğru söyledin Özgün.”

Çocuklar da birer masal anlattılar bildiklerinden. Sonra öykülere, bilmecelere; okul anılarından şarkılara, türkülere uzandılar. Güzel bir gün geçirdiler orada.

Güneş batıya devrilince kalktılar yerlerinden.

Geldikleri yolu izleyerek, tarlaya, oradan da yamaca yukarı tırmanarak kamp yerine ulaştılar. Yorulmuş terlemişlerdi iyice.

Zeynep, bu güzel gün için teşekkür edip Gamsız’ıyla birlikte evlerine yollanırken, onlar da suyla buluşarak serinlediler.

NEŞELİ BİR AKŞAM

Cemre’yle birlikte, akşam yemeği için kollarını sıvadı Zafer Bey. Piknik tüpünü yakıp, sebzeli kebap yemeği ve makarna pişirdiler. Emre’yle Özgün’ün bahçeden toplayıp getirdiği salatalık, domates, biber ve marulla da bir salata yaptılar. Güneş batmak üzereydi. Ardından neşeyle oturdular sofralarına.

(SÜRECEK)