“Bozulurum elbet! Böyle şaka olmaz!” dedi Özgün.

Emre de bozulmuştu böyle terslenilmesine. Alt tarafı bir şaka yapmıştı işte. Ne vardı sanki bunda bozulacak.

İkisinin de tadı kaçmıştı. Kös kös indiler aşağıya.

Yiyecek çantası elindeydi Büyükbaba’larının.

Sezdirmemeye çalıştılarsa da Zafer Bey’in gözünden kaçmadı durumları.

“Hayrola?” dedi sessizce. “Canınızı sıkan bir şey mi oldu?”

“Yok Büyükbaba,” dedi Özgün.

O da üstelemedi. Ardından Zeynep’e:

“Nereleri gezdirdin arkadaşlarına?” diye sordu.

“Onları, o doruktaki küçük kulübeme götürdüm Zafer Amca.”

“Demek orada, bir kulüben var?”

“Hem de kartal yuvası gibi,”dedi Özgün.

Gamsız da kesik kesik havladı.

“Bak o da tasdik ediyor doğruluğunu,” dedi Emre.

Zafer Bey sırtını sıvazladı Gamsız’ın.

Hava iyice kızdırmaya başlamıştı yine.

“Hadi bakalım çocuklar,” dedi. “Şöyle yavaş yavaş inelim aşağıya doğru. Sizi önce bir kaynağa, ardından da Arif Dedemlerin ormanın içindeki tarlasına götüreceğim.”

“Büyükbaba, karşımızda tam doğuda, bir köy görünüyor. Orası neresi?”

Zafer Beyden önce Zeynep yanıtladı Özgün’ü:

“Orası Sırçalı Köyüdür.”

“Zeynep doğru söyledi. Suludere’ye doğru gelen, iki tepenin arasındaki dere de Sırçalı Deresi. Suludere’yle birleştiği yerdeki o sarı tümsekliğe de ‘Sarıkis’ derler. Suludere’nin doğusunda yükselen ve güneye doğru uzanan o düz tepe de ‘Dostlu Tepesi’dir. Sarıkis’ten ve Dostlu’nun tabanından itibaren bu yana doğru olan bölüm, yani Suludere Ormanı bizim köyün arazisidir…”

Yürüdüler. Ormanın içine doğru giden bir patikayla karşılaştılar.

“Bu yolu izleyeceğiz çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Beni izleyin.”

Patikanın yönü kuzeye doğru idi. İki yandaki meşe ağaçlarının dalları yolu kapattığından yürümekte zorlanıyorlardı.

Cemre:

“Buralar masal filmlerindeki gizemli ormanları andırıyor.”

“Gerçekten öyle Prenses,” dedi Emre. “Şuradan bir cadı çıksa karşımıza.”

“Çıksın; ne olacak? Hem Büyükbabam yok mu yanımızda. Sen cadıyı bırak da bir dev çıksa karşımıza, sen ne yaparsın acaba?”

“Omzuna binerim, ormanı havadan kuş bakışı seyrederim.”

“Hah hah ha! Güleyim bari. Dev okul arkadaşın mı, yoksa mahalle arkadaşın mi?”

“Hayır canım. Asker arkadaşım olur.”

“Güle güle hayrını gör öyleyse.”

“Teşekkür ederim Prenses.”

“Bir şey değil canım.”

“Dev de, cadı da bulunmaz buralarda çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Onlar masallarda olur. Bu ormanda olsa olsa tavşan olur, tilki olur, yılan ve çıyan olur. Onlar da bizlerden korktuğu için görünmezler.”

ORMANDAKİ

KAYNAK VE TARLA

“Gamsız’ı da hafife almayın ha!” dedi Zeynep. “Ondan da korkarlar.”

“Doğru ya,” dedi Özgün. “Onu hepten unutmuştuk.”

Bir süre daha yürüdüler.

Birden ormanın ortasında açık bir alanla karşılaştılar. Bu küçük, boş ve düz bir alandı. Ağaçsızdı; otların boyu dizlerine ulaşıyordu burada. Batı yanı ise dimdik bir yamaç olarak ağacıyla, dalıyla yükseliyordu yukarılara doğru.

Zeynep heyecanla:

“İşte,” dedi. “Benim yerim yukarda bakın Ne kadar yüksekte görünüyor.”

“Gerçekten de görünüşü bir kartal yuvasını andırıyor kızım.”

“Oldukça yüksekmiş yerin,” dedi Özgün.

Cemre:

“Size bir bilmece sorsam?”

“Sor,” dedi Emre.

“İnsan, neden yukardan aşağı bakarken içi ürperip korkuyor da, aşağıdan yukarı bakarken korkmuyor?”

“Onu bilmeyecek ne var ki. Aşağıdan yukarıya düşülmüyor da ondan.”

Emre’nin yanıtına hepsi de güldüler.

“Bravo Şehzade!” dedi Cemre. “Doğru bildin on puan aldın,”

Yeniden daldılar patikaya.

(SÜRECEK)