Yamacın kıyısındaki meşe ağaçlarından birinin gölgesine oturdular.

“Ay ne kadar güzel!” dedi Cemre. “Her yerde bulunmaz böylesine tertemiz, yemyeşil bir doğa parçası.”

Zeynep, Cemre’ye dönerek:

“Haklısın,” dedi “Ama ben de iki gündür öylesine sevinçli, öylesine coşkuluyum ki! Bu mutluluğumu sözcüklerle anlatamam. Bir bayram yerine dönüşen yüreğimde, yediveren gülleri açıyor sayenizde. Sizler ne iyi çocuklarsınız! İnanır mısınız, uzun zamandır gerçek anlamda, ilk kez ayırtına varıyorum doğanın yeşilliğinin ve güzelliğinin. Sizlere bir kez daha teşekkür ediyorum.”

“Biz de sana teşekkür ediyoruz Zeynepçiğim! Burada geçen günlerimiz renklenerek, bir anlam kazanmaya başladı sayende.”

“Sağ olun!”

Ardından:

“Kuzeyimizdeki şu dik yamacın uzantısı gibi duran tepeciği görüyor musunuz?” dedi.

“Evet,” dedi Özgün. “Sanki deve hörgücüne benziyor.”

“İşte bu tepecik, Suludere’nin en egemen noktalarından birisi. Tepeciğin beri yüzü kaya, üstü ise küçük bir düzlüktür. Orada bir kulübem var. Benim için özel bir yerdir orası. Sık sık oraya çıkarım Gamsız’ımla. Suludere’yi seyreder, anılarımla baş başa kalırım. Siz de görmek ister misiniz yerimi?”

Cemre boynuna sarıldı Zeynep’in. Sevinçle:

”Sorulur mu hiç? İsteriz elbette!”

“Biz de isteriz,” dedi diğerleri de.

O halde gidelim.”

Kalkıp Zeynep’i izlediler. Yandan, meşe ağaçlarının arasından yamaca yukarı tırmandılar. Gamsız da anlamış olmalı ki seğirterek en öne düştü. Zeynep, ‘Yayla Kızı’ olduğunu yaman tırmanışı, çevik davranışlarıyla, hemen belli ediyordu. Onlar, Zeynep’in gerisinde kalmışlardı. Düşe kalka tırmanıyorlardı. Soluk soluğaydılar üçü de.

Tepeciğe ulaştıklarında, Zeynep’i kulübesinin önünde bekler buldular. Kuru dallardan küçük bir kulübe yapmıştı. Bu tepeciğin üstündeki düzlüğü çevrelemiş, irili ufaklı, dört tane meşe ağacı vardı. Bu tepecik, ağaçlık yamacın yüzüne, gizemli bir el tarafından sanki sonradan eklenmiş gibiydi. Dimdik uçurumdu Suludere yanı. Buradan Suludere ormanının görünümüyse, oldukça gözalıcı ve etkileyiciydi.

buldunuz burayı?” diye sordu Zeynep.

“Aramamıza gerek kalmadı,” dedi Özgün. “Seni izleyerek çok kolay bulduk.”

Ardından da:

“Şaka şaka,” dedi. “Gerçekten müthiş ve büyüleyici yerler buralar. Düş gibi geliyor yaşadıklarımız bize!”

Cemre soluk soluğa:

“Ay ne kadar ilginç bir yer burası böyle!” dedi.

Zeynep gülerek:

“Evime hoş geldiniz!”

Cemre’yi kucakladı, diğerlerinin ellerini sıktı.

“Hoş bulduk,” dediler.

“Bu kulübeyi sen mi yaptın?” diye sordu Emre.

“Evet.”

“Gerçekten çok güzel yapmışsın,” dedi Özgün.

Cemre de hayranlığını gizleyemedi.

“Yayla Kızı’na layık bir saray olmuş burası.”

“Çok teşekkürler,” dedi Zeynep.

“Bir şey değil, Yayla Kızı Zeynep. Biliyor musun, seni çok şanslı buluyorum. Her yıl bu güzellikler içinde yaşıyorsun.”

Zeynep derin bir iç geçirdikten sonra:

“Ama” dedi. “O güzellikleri burada seninle birlikte yaşayacak ve paylaşacak bir arkadaşın, bir yakının yoksa neye yarar ki?

“Doğrusu ya işin o yanını hiç düşünmemiştim. Yalnızlık çok zor olmalı.”

“Ama ben onun da çaresini buldum. Gamsız’ı arkadaş ve dost edindim. Bir de kulübemin çevresindeki bu dört ağacı…”

“Nasıl yani?..”

“Bunlar, sevdiğim dört kişiyi simgeliyor.”

“Ya!..” dedi Cemre.

“Evet. Zaman zaman Gamsız’la buraya gelir, dertleşirim, söyleşirim onlarla. Ama en çok da Sibel’le...”

“Sen iyi misin Zeynep?” dedi Cemre.

Güldü Zeynep.

“Her zamankinden daha iyiyim. Kafayı üşüttüğümü mü sandınız yoksa? Siz de yalnızlık çekseniz, siz de konuşurdunuz ağaçlarla kuşlarla. Dost olurdunuz, kayalarla taşlarla.”

(SÜRECEK)