Bagajdan Özgün’ün valizini aldılar.

Bahri Bey, “Ben servisle giderim,” dediyse de bırakmadılar.

“Olur mu hiç öyle şey, şurada araba varken,” dedi Zafer Bey. “Araba arkada, park yerinde, buyurun,”

Arabaya binip kent merkezine doğru yollanırken, Bahri Bey kısaca İstanbul’a gidiş nedenini anlattı. Özgün’le, kızı ve damadıyla otogarda nasıl karşılaştıklarından da söz etti kısaca.

Arkadaşının ölümü Zafer Bey’i de üzmüştü.

“Yaşam bu işte,” dedi. “Gün gelecek bizler de, ‘bir varmış bir yokmuş’ olacağız.”

Zafer Bey’in eve gitme teklifine:

“Kısmetse bir başka zaman,” dedi.

Saat Kulesi’ni geçip Gazi Caddesi’ne yukarı çıktılar. Albayrak Caddesi kavşağını geçince de bıraktı Bahri Bey’i.

Günlerden cumartesiydi. Ayşe Hanım çok özlemişti Özgün’ü. Merakla bekliyordu torununu.

Zil çaldığında:

“Geldiler,” dedi, kendi kendine. “Hele şükür!”

Yine de otomat düğmesine basmadan önce, “kimsiniz?” diye sormayı ihmal etmedi.

“Anneanne, ben Özgün,” diyen sesi duyar duymaz, heyecanla otomatın düğmesine bastı. Sonra dairenin kapısını açıp beklemeye durdu asansörü. Çok sürmedi duran asansörden Özgün’le Büyükbaba’sı çıktılar.

“İşte torunun hatun,” dedi Zafer Bey.

Özgün hemen atıldı anneannesinin kollarına. Sevgiyle özlemle kucaklaştılar. Öptü, öptü Özgün’ü anneannesi. Özgün de onu öptü.

“Hoş geldin yavrumun yavrusu! Anneannesinin bir tanesi! Maşallah delikanlı olmuşsun.”

“Hoş bulduk anneanneciğim!”

Zafer Bey kapıyı öttü, girdiler odaya.

“Sizleri ne kadar özledim biliyor musun? Bir salkım üzüm olup tüttünüz gözümde! Keşke annenler de gelebilseydi.”

“Biz de sizleri çok özledik anneanneciğim!”

Ayşe Hanım yeniden sarıldı Özgün’e.

“Yolculuğun nasıl geçti yavrum?”

Özgün kısaca anlattı yolculuk öyküsünü…

“Bahri Bey’e rastlaman ne iyi olmuş yavrum,” dedi

“Ona rastlamasa da, yalnız başına yine gelebilirdi benim oğlum. O artık büyüdü, delikanlı oldu,” dedi, Zafer Bey.

Özgün yeniden sarıldı Büyükbaba’sına.

“Elbet büyüdüm,” dedi.

Sonra anne ve babasının selamlarını iletti. Kardeşi Uzay’ı anlattı onlara. Merakla, ilgiyle ve sevinçle dinlediler Özgün’ü. Bu arada anneannesinin kendileriyle ilgili sorduğu soruları da yanıtladı Özgün.

“Özgün, yavrum” dedi Büyükbaba’sı. “Telefon etmeyi unuttuk bak. Annenleri ara da, bildiriver geldiğini.”

“Bizden de bol selam ilet yavrum,” dedi, Ayşe Hanım.

“Olur” dedi, Özgün.

Ardından çevirdi telefonun numaralarını.

“Anneciğim ben Özgün… Yolculuğumuz çok iyi geçti… Büyükbabam karşıladı beni… Evet… Şimdi evdeyiz… Anneannemle Büyükbabam da çok selam ediyor, öpüyorlar sizi… Ben de öpüyorum… Beni merak etmeyin… Söylerim… Uzay’ı benim için öpün… Siz de kendinize iyi bakın… Hoşça kalın...”

“Çok kısa görüştün,” dedi, Büyükbaba’sı.

“Telefon söyleşi aracı değil ki Büyükbabacığım,” dedi, Özgün. “Az ve öz cümlelerle söyleyeceğini söyleyip, kapatacaksın.”

“Bak sen neler de biliyor benim oğlum.”

“İnsan hesabını kitabını bilmezse, ekonomik sıkıntılardan kurtulabilir mi anneanneciğim? Kurtulamaz elbet.”

“Aferin oğlum,” dedi, Büyükbaba’sı. “Çok doğru söylüyorsun.”

“Yol yorgunusun yavrum. Biraz uzanıp dinlen istersen.”

“Uykum yok. Otobüste iyi uyumuşum doğrusu.”

“Bu biraz da yanındaki kişinin tanıdık ve güvenilir olmasından kaynaklanıyor sanırım,” dedi, Büyükbaba’sı.

“Elbette,” dedi, Özgün.

“Öyleyse bir duş al yavrum.”

“Bak bu olabilir işte.”

Anneannesi şofben’i yaktı. Özgün banyoya girerken onlar da mutfağa geçtiler.

Özgün duştan çıkıp üzerini giyinerek mutfağa geldi. Anneannesi sabah kahvaltısı için mutfaktaydı. Büyükbaba’sı da ona yardım ediyordu.

“Sağlıklar olsun yavrum,” dedi, her ikisi de.

“Sağ olun.”

“Usanma!” dedi Büyükbaba’sı. “Televizyonu aç, izle. Kahvaltı hazır olunca biz seni çağırırız.”

“Olur, Büyükbaba,” dedi, oturma odasına geçti.

Televizyonu açmak üzereydi ki sehpanın üzerindeki gazeteler dikkatini çekti. Televizyonu açmaktan vazgeçti. Gazeteleri aldı baktı. Bunlar son iki günün ‘Çorum Haber’ gazeteleriydi.

Tarih sırasına göre, bir önceki günden başlayarak, gazetenin sayfalarına göz atmaya başladı. Sonra birden duraksadı. İç sayfalardan birinde, “Emre’nin Günlüğü” üst başlığı ile bir köşe yazısı ve yazarının resmi dikkatini çekmişti. “Aman Allah’ım!” dedi. “Bu, Tülay teyzemin oğlu Emre… Demek ki gelmiş. Günlük yazmış baksana. O da gazetede yayınlanmış.”

Heyecan ve merakla “Emre’nin Günlüğü”nü okumaya başladı.

(SÜRECEK)