YER KAPI VE TÜNEL

Arabadan inip Büyükbaba’larını izleyerek Sfenksli Kapı’ya kadar çıktılar. Orada tüneli gördüler. Hititlerin, binlerce yıl öncesinde devasa kayaları üst üste koyup, bu surları nasıl yapmış olduklarına bir türlü akıl erdiremiyorlardı çocuklar. Onları en çok şaşırtan da potern denilen tüneldi.

Emre şaşkınlık ve hayretle:

“Nasıl kaldırmışlar da üst üste koymuşlar bu kayaları? Büyükbaba?”

“Açıkçası bunu ben de bilemiyorum Emre. Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni, yani tüneli budur. Uzunluğu 71 metre, yüksekliği ise 3 metredir. Buradan geçilerek sur dışına çıkılmaktadır. Haydi, çocuklar biz de geçelim bu tünelden.”

Tünel yarı karanlık görünüyordu. Çıkış yerinin ışığı korkmayın gelin diye çağırıyordu sanki çocukları.

“Karanlık görünüyor Büyükbaba” dedi Cemre.

Emre:

“Yanımızda Büyükbabam oldukça korkmayız değil mi?”

“Korkmayız” dedi Cemre.

“Korkmanızı gerektirecek bir şey yok çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Rahat olun.”

Cemre Büyükbaba’sının elinden tuttu, Girdiler Tünel’e.

Yürüyerek Tünel’in öbür ucuna çıktılar. Orada da kendilerinden önce gelmiş bir yığın turist vardı, rehberleri İngilizce olarak onları bilgilendiriyordu. Bazıları da resim çekiyorlardı.

Burada arazi hafif bir meyille dereye aşağı iniyordu. Arazinin karşı yamacı çam ve meşe ormanıyla yine yükseliyordu güneye doğru.

Zafer Bey de çocukları bilgilendirmeyi sürdürdü:

“Gördüğünüz gibi burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuş. Ve de üzeri yine taş döşeli olup, kesik piramit görünümü verilmiş.”

Oradan, setin tabanından doğuya doğru giden yolu izleyip, hiç bozulmamış taş basamaklarla setin üzerine çıktılar. Buranın birinci bölümü 34, ikinci bölümü ise 54 basamaklıydı.

Bir grup resmi daha çektiler.

KIRAL KAPI

Yeniden arabaya binip büyük sur yayının güneydoğu kesimindeki Kral Kapı’ya vardılar. Bu da surun güneybatısındaki Aslanlı Kapı’ya benziyordu.

İç kapının solundaki blokta elinde balta ve kemerinde kılıç taşıyan miğferli bir tanrı kabartması vardı. Bu kapıda da iki kapı kulesi bulunmaktaydı. Kapı kuleleri arasında iki yüksek sivri kemer biçimli kapı geçidi görülüyordu. Buradaki kapı kabartma resmi kente bakan iç kısma yapılmıştı. Buradaki kuleler de yaklaşık 10 x15 metre ölçülerindeydi.

Zafer Bey :

“Hitit İmparatorluk döneminde, yani M. Ö 14 ve 13. Yüzyıllarda kent, yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal kent kapılarının çoğu günümüze kadar oldukça sağlam olarak ulaşmıştır” dedi.

BÜYÜKKALE

Yeniden arabaya binip Büyükkale’de indiler.

Zafer Bey çocukları bilgilendirmeyi sürdürdü:

“Hitit kralları, ülkeyi bugün “Büyükkale” diye adlandırılan bu sarp kayalık üzerindeki saraydan yönetiyorlardı. Birçok yapıdan oluşan sarayda, direkli galerilerle çevrilmiş avlular çevresine dizilmiş büyüklü-küçüklü yapılardan oluşan burası da, kral ve ailesinin yanı sıra saray mensuplarının ve “Altın Mızraklılar” diye bilinen nöbetçi askerlerin barınmalarını da sağlıyordu.

Hattuşa: Hitit imparatorluğunun hem idari başkenti, hem de ülkenin dini merkeziydi. Hitit metinlerinde, Hattuşa ülkesi “Bin Tanrılı Ülke” olarak belirtilmektedir. Bu tanrı çokluğu, bir gelenekten kaynaklanmaktadır. Hititler, diğer ülkelerin, özellikle de yendikleri komşularının tanrılarını kızdırıp gazaplarına uğramaktansa, armağan ve dualarla, saygılarını dile getirip, onları kendi tanrıları arasına katmayı tercih ediyorlardı. Ayrıca: her şehrin, koruyucu bir tanrısı vardı.”

“Büyükbaba” dedi Özgün. “Biz senin sadece öykü, roman ve şiir yazdığını sanıyorduk. Oysaki bir turist rehberi gibi Hititlerle ilgili ne çok şeyler biliyor, ne çok şeyler anlatıyorsun bize. Doğrusu ya bugün bizim için çok yararlı, çok güzel bir gün oldu.”

(SÜRECEK)