Küçük bir lunapark oluşturulmuştu çocuk parkı bölümünde. Çarpışan otolar, elektrikli tren, dönerli binekler vardı orada. Bunlara binmek için bir yığın çoluk çocuk ve genç de sırasını bekliyordu. Tam bir şenlik havası egemendi oraya. Çarpışan otolar çarpıştıkça çocukların neşeli kahkahaları ve sevinç çığlıkları göklere ağıyordu.

Hemen ilgili gişeden çarpışan otolar için bilet aldı Zafer Bey. Dönme süresi dolan arabalar durdu. Arabadakiler yerlerini sıradakilere vermek için indiler.

Sıradakiler binerken Özgün, Emre ve Cemre de birer otoya bindiler. Zafer Bey fotoğraf makinesini çantasından çıkarıp üçünün de resmini çekti. Yeniden çalıştırdılar çarpışan otoları. Otoların hareketiyle tam bir şenlik başladı. Çocukların çoğu usta bir sürücü gibi araba kullanıyordu. Hızla hareket ediyor, karşısındakinin arabasıyla burun buruna gelmişken ustalıklı bir dönüşle kurtuluyor ama bir ikincisiyle çarpışmaktan kurtulamıyordu. Bu da hem araba kullananları, hem de izleyenleri kahkahadan kırıp geçiriyordu. Araba kullanmada Özgün de, Cemre de ustaydı açıkçası.

Çocuklar çarpışan otolardan indikten sonra:

“Büyükbaba,” dediler. “Biz biraz da salıncaklara ve kaydıraklara gidiyoruz.”

“Aman dikkatli olun çocuklar!” dedi Zafer Bey. “Kendinize ve başkalarına zarar vermeyin. Usanınca çay bahçesine gelirsiniz. Ben orada olacağım.”

“Tamam, Büyükbaba,” diyen çocuklar, sevinçle koşarak gittiler.

Çay bahçesinin köşesindeki yanıççıda dört yanıç yaptırdı. Sonra parasını ödeyip yanıç paketini alarak çay bahçesine geçti. Ağaç gölgesindeki bir masaya oturdu. Çantasından kitabını yeni çıkarmıştı ki, çocuklar geldiler.

“Geldik Büyükbaba,” dediler.

“Acıktınız herhalde,” dedi.

“Hem acıktık hem de susadık,” dedi Cemre. “Sanki karnımızdan göç gidiyor.”

“Ne oluyorsa, hemen acıkıyoruz Büyükbaba,” dedi Özgün.”

“Durmadan enerji harcıyorsunuz da ondan çocuklar. Elbette acıkacaksınız. Oturun haydi. Size yanıç yaptırdım. Birer de Meye suyu ısmarlarım, bastırırsınız açlığınızı.”

“Yaşa Büyükbaba,” dediler. Sarıldılar boynuna. Ardından oturdular masaya.

“Büyükbabam içimizden geçeni nasıl okuyor da hemen yerine getiriyor isteğimizi,” dedi Emre.

Bu sırada garson geldi.

Üç meyve suyu, bir de ayran söylediler.

Gelen meyve suyu eşliğinde yanıçlarını yeyip, açlıklarını bastırmış oldu çocuklar.

“Teşekkürler Büyükbaba”

“Yarasın yavrucuklar,” dedi gülerek.

Bir süre daha oturup söyleştikten sonra kalkıp, parktan anacaddeye çıktılar.

“Size Atatürk Anıtını da göstereyim,” dedi Zafer Bey.

“Ben biliyorum,” dedi Cemre.

“Ben de biliyorum,” dedi Emre.

“Yaşını ve ne zaman yapıldığını bilemezsiniz,” dedi Zafer Bey.

“Doğru, onu bilmiyoruz,” dediler.

Atatürk Anıtı, Park’ın batı bölümünde üçgenimsi, ağaçlandırılmış bir alanda ağaçlar arasına gizlenmiş gibiydi. Çocuklarla dolaşıp giriş kapısından anıt alanına girdiler.

Anıtın karşısında saygıyla, heyecanla durdular.

“Yerin cennet olsun, Yüce Atatürk’ümüz” dediler.

“İşte çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Görüldüğü gibi bu anıt, Atatürk’ü askeri üniformasıyla ayakta göstermektedir. Elinde dürbünü, her an düşman cephesini gözleyecek gibidir. Dikkat ederseniz, bu anıtı kendisine en çok benzeyen anıtlarındandır. Çorumlularca 1931 yılında yaptırılmıştır. Atatürk, o zaman ‘Gazi Mustafa Kemal Paşa’ olarak anılıyordu. Biliyorsunuz, Atatürk soyadı verildikten dört yıl sonra, sonsuzluğa göçmüştür.”

“Evet Büyükbaba,” dedi Özgün. “1938 yılının 10 Kasım’ından bu yana 66 yıl geçti.”

“Çok zaman olmuş,” dedi Emre. “Ama o hala yaşıyormuş gibi geliyor bana.”

(SÜRECEK)