“Tüm öğretmenler Büyükbabam gibi olsalar, o zaman, eğitim öğretim de bir farklı olurdu herhalde.”

“Doğru söylüyorsun ya, herkes yazar olamaz ki.”

“Haklısın. Bizim ayrıcalığımız da burada zaten. Bir yazar torunu olmak. Sözgelimi, şu kitabı ne kadar güzel! Bizim gibiler için yazmış,” dedi Emre. “Okusun, Gülsün, Güldürsün” adlı bu öykü kitabını ben çok beğendim. Senin de beğeneceğini umuyorum. Oku onu. Ben bir günde bitirdim.”

“Ben de bitiririm herhalde,” dedi Özgün.

“Bitirirsin,” dedi Emre.

Emre, Özgün’ün getirdiği kitaba başlarken, Özgün de ‘Okusun, Gülsün, Güldürsün’e başladı.

Kitaplara öyle dalmışlardı ki, zamanın nasıl akıp gittiğinin ayırtına bile varamadılar.

CEMRE’NİN GELİŞİ

Zafer Bey çarşıya çıkmak için hazırlanıyordu ki evin telefonu çaldı. Arayan, Zafer Bey’in Samsun’daki damadı, Cemre’nin babası Murat Beydi.

“Az önce yola çıktık baba,” diyordu. “İki saate kadar Çorum’da oluruz.”

Zafer Bey ise:

“Aman dikkatli gelin oğlum! Şansınız açık olsun. Hayırlı yolculuklar diliyorum” dedi.

Çarşıya çıkmaktan vazgeçip, onları beklemeye koyuldular.

“Cemre geliyor!” diye sevinçli bir heyecana kapılmışlardı Özgün’le Emre. Çünkü tam bir yıldır görüşememişlerdi birbirleriyle.

Onlar salt Cemre’yi beklerlerken, Murat Bey sürpriz yapmış, eşi Gülay Hanım’la oğlu Efe’yi de getirmişti Samsun’dan. Zafer Bey’le Ayşe Hanım da kızına damadına ve torunlarına kavuşmaktan dolayı çok mutlu olmuşlardı.

Yüreklerine egemen olan sevinç, coşku ve mutluluk duygularıyla bir şenlik yerine dönüşmüştü evleri. Özlemle, sevgiyle kucaklaşıp bir sevgi yumağı oluşturdular çocuklar.

Çocuklar birbirlerine anmalıklarını sunarken, Zafer Bey:

“Sacayağının üçüncü ayağı da tamamlandı” dedi

kadromuz tamamlandı,” dedi Özgün.

Gülay’la Murat, Özgün’e babasını, annesini ve kardeşi Uzay’ı sordu.

“İyiler. Çok da selam gönderdiler. Siz de alın şu selam yükünü sırtımdan da ben de, hafifleyeyim biraz,” dedi.

Güldüler Özgün’ün şakalı konuşmasına.

“Yükün hafiflemeyecek ki Özgün,” dedi Murat Bey. “Sen de bizim selamımızı yüklen; al götür annene ve babana.”

“Eyvah!” dedi Özgün. “Sanki yükten kurtulduk.”

“Valizine koy oğlum, valizine,” dedi Zafer Bey. “Valizini araba taşır, sen de yükten kurtulursun.”

“Doğru söylüyorsun Büyükbaba. Doğrusu ya bu aklıma hiç gelmemişti.”

Çocuklar hemen Büyükbaba’larının kitaplık odasına çekildiler.

“Efe büyümüş,” diyordu Özgün.

Sarılıp sarılıp öpüyorlardı Emre’yle birlikte. Efe de onlara sarılıyor:

“Beş yaşına bastım,” diyordu. Ardından; “Babam bana Heripotur’un (Harry Potter) filmini aldı. Çok güzel! Ama bir yerde korkuyorum. Orayı yalnız izleyemiyorum.”

“Eğer evde olursam,” diyordu Cemre. “O korktuğu bölüm geçinceye kadar birlikte izliyoruz.”

“Erkekler korkar mı hiç,” dedi Emre.

“İyi ama sen küçükken korkmuyor muydun?”

“Korkmuyordum,” dedi Emre.

“Ama ondan korkarsın,”

“Elbette korkar,” dedi Özgün. “Bakma sen öyle dediğine.”

Cemre, ‘Harry Potter’ filminin CD’sini getirmişti. Onu bilgisayarda izlemeye koyuldular.

Efe Emre’ye:

“O korkunç yer gelsin de bak nasıl korkacaksın,” diyordu gülerek.

O gün babaanneleri, anneanneleri teyzeleri ve birbirleri ile özlem gideren çocuklar, geç zamana kadar birbirleri ile söyleştiler ve eğlendiler. Şenlik ve curcuna içinde geçen neşeli ve mutlu bir gündü onlar için.

(SÜRECEK)