Mehmet Amca çay getirtti bize.

Çaylar içilirken Abdullah Amca benimle ilgilendi, sorular sordu. Bende sorduğu soruları cevapladım. Yedinci sınıf öğrencisi olmama hayret etti. Her halde beni çok küçük gördü.

Çaylarımızı bitirdikten sonra büronun kapısının yanındaki masaya geçtik. Orada Büyükbabam, Bahri Amca ve Abdullah Amca dosyalarını çıkardılar. Cuma günleri için Çorum Haber gazetesinde “sanat sayfası” yapıyorlarmış.

İşlerini bitirdikten sonra dosyayı Mehmet Amca’ya verdiler. Oradan birlikte çıktık.

Bugün benim için heyecanlı bir gündü. Abdullah Amca’yla tanışmaktan mutlu olmuştum. Bu yazım, bu mutluğumun belgesidir.”

Yazı burada sonlanıyordu. Yazıdan başını kaldıran Özgün: “Bravo Emre’ye…” dedi içinden. Yerinden kalkıp mutfağa yönelmişti ki, kapının zili çalındı.

“Bakıver yavrum,” dedi, Büyükbaba’sı.

“Kapıyı açtığında küçük bir çocukla karşılaştı. Çocuk elindeki gazeteyi Özgün’e verdi, döndü gitti. O da kapıyı örttü.

“Bir çocuk "Çorum Haber" gazetesi getirdi Büyükbaba,” dedi.

“Kapıcının çocuğudur. Kahvaltı hazır olana kadar okuyabilirsin,” dedi.

Özgün odaya geçip, ivediyle gazetenin sayfalarını çevirdi. İşte, Emre’nin üçüncü yazısı da yayınlanmıştı. Başlık; “İki Sürpriz”di.

Bu sırada Emre’nin annesi Tülay Teyzesi göründü kapıdan. Yeni kalkmıştı uykudan. Özgün elindeki gazeteyi bırakıp fırladı ayağa.

Tülay Hanım:

“Kimleri görüyor gözlerim,” dedi, özlemle kucakladı yeğenini. Öptü, öptü. Annesini, babasını, Uzay’ı sordu.

“Hepsi de iyiler Teyze,” dedi. “Bolca selamları var.”

Ardından Emre göründü, uykulu gözlerle.

“Ooo!” dedi. “Prensimiz gelmiş! Ama biz hala uyuyoruz. Hele hoş geldin!”

“Vay hünerli Şehzadem! Hoş bulduk. Sen de hoş geldin!”

Özlemle kucaklaşıp öpüştüler.

“Siz konuşadurun ben mutfağa geçiyorum,” dedi Tülay Hanım.

“Ne zaman geldin?” diye sordu Özgün.

“Bir hafta oldu. Büyükbabam İzmir’e gelmişti. Birlikte geldik.”

“Senin geldiğinden neden söz etmediler bana?”

“Sürpriz yapmak istemişlerdir.”

“Bu sırada da hep sürprizlerle karşılaşıyorum.”

“Hayrola?”

“Çorum Haber gazetesindeki yayınlanan ‘Emre’nin Günlüğü’nden söz ediyorum. Bu günkünü henüz okuyamadım ama öncekileri okudum. Ne güzel yazmışsın öyle. Kutluyorum seni.”

“Ya!” dedi, Emre. “Çıkmış mı yazım?

“Evet, çıkmış.”

Özgün gazeteyi uzattı. Emre heyecanlanmıştı. Yazısını görünce yüzü güldü.

Bu sırada Tülay Hanım geldi mutfaktan.

”Kahvaltımız hazırmış küçük beyler,” dedi. Haydi, bakalım sofraya.

“Buyurun Şehzadem,” dedi, Özgün.

“Yoo!” dedi, Emre. “Önce siz buyurun Prensim. Benim konukluğum çıktı. Siz yeni geldiniz daha.”

Özgün önde, Emre arkada mutfağa girdiler.

Anneanneleri:

“Kurban olurum boyunuza bosunuza aslanlarım,” dedi, “Şunlara bakın ikiz eşi gibi.”

“Buluştunuz demek,” demek dedi Büyükbaba’sı. “Ne güzel! Evimiz şenlenmeye başladı desene. Sacayağının iki ayağı tamamlandı. Üçüncü ayağı da gelir bugün yarın. Sacayak tamam olur.”

“Sen o zaman seyre şenliği,” dedi, Ayşe Hanım. “Hadi oturun bakalım sofraya.”

“Anneanne,” dedi, Özgün. “Ne güzel donatmışsınız sofrayı. Nasıl da biliyorsun sevdiklerimizi.”

“Bu sofra Prens için özel olarak hazırlanmıştır” dedi Emre.

Zafer Bey:

“Sakın ha!” dedi. “Sakın ha, böyle konuşma bir daha! Sözlerini ciddiye alıp üzülebilir anneannen.”

“Şaka yaptım canım,” dedi, Emre. “Kahvaltı soframız her sabah böyledir. Bilirsin anneannemi ve de Büyükbabamı. Bizler için yapmayacakları yoktur.”

“Elbette,” dedi Zafer Bey. “Sizler bizlerin canları, ciğerlerisiniz. Sizlere yedirmediğimizi kimlere yedireceğiz yavrum. Sizlerin mutluluğu, bizlerin de mutluluğudur.”

“Hadi afiyet olsun yavrularım,” dedi, Ayşe Hanım. “Sizler için ne yapsam azdır.”

“Sağ olun” dediler, buyurdular neşeyle.

Yemekten sonra her ikisi de:

“Ellerine sağlık anneanneciğim!” dediler.

(SÜRECEK)