“Biz adada değil ama Yayla’da yaşıyoruz,” demişti Nalbant Mehmet.

Zafer Bey:

“İnsan zaman zaman yalnızlığı, dinginliği özlüyor. Hele de günümüzde, büyük kentlerin gürültüsü, kirli havası, beton yığınlarının ruhsuzluğu insanı bunaltıyor. Zaman zaman kırsal kesimlere kaçmayı, orada doğanın koynunda, bol oksijenli temiz havayı soluyarak, yeşillikler güzellikler içinde kafa dinlemeyi arzuluyor insan. Buralar da tam benim düşlerimdeki bir yer. Burada günlerce kamp kurulup kalınabilir,” demişti.

Kendisinin, havuzunun, kulübesinin resimlerini çekmişti anmalık olarak. Ayrıca, grup resmi de çektirmişlerdi orada. İşte o gün, uzun süre söyleşmişlerdi Robinson Mehmet’le. Şöyle anlatmıştı

“Yaz dönemlerinde günlerce burada kalırım. Bir ev teşkilatım da burada var. Bu bahçemi bundan 22 yıl önce yaptım. Üç yüz adım uzaklıkta bir su vardı. Onu, su harkı kazarak, plastik boruyla buraya akıttım. Çevresini de canlı kıyıya dönüştürdüm Yani böğürtlen ve kuşburnu çalılarıyla donatıp, çevrede hayvan otlatan çobanların hayvanları girip bahçemi harap etmesin diye korumaya aldım. Zaman içinde, bu ağaçları diktim, yetiştirdim. Kimi meyveli, kimi meyvesiz… Bahçemi sulamak için bir de havuz yaptırmalıydım. Çorum’dan çimento ve tuğla getirdim. Köyden de kum temin edip traktörle çıkardım buraya. Gördüğünüz gibi bu havuzu yaptırdım. Yaylacıların, çevrede otlayan hayvanlarının, doğadaki yabanıl hayvanlar ile tüm börtü böceğin bu sudan yararlanmaları için, bir de oluk koydurdum dış kısmına. Su önce havuza, ardından da oluğa akıyor. Oradan da yine bahçeme geliyor suyu.”

Zafer Bey:

“Güzel bir hayır hizmeti… Allah gönlünüze göre versin. Bahçeni de çok güzel geliştirmişsin,” demişti. “Özellikle ceviz ve kavak ağaçları iyi gelişmiş.”

“Daha da iyi olacaklardı Hocam. Ama ne yazık ki bir kez baltadan geçirdiler.”

“Anlamadım! Nasıl?!”

“Kestiler Hocam, tüm ağaçlarımı büyümüşken kestiler. Çekemeyen mi arıyorsun memlekette.”

“Yazık be!” demişti, Zafer Bey. “Bu ne biçim vicdansızlık? Nasıl yaparlar bunu?”

“Ben ki, kimsenin tavuğuna ‘kış’ bile demeyen kendi halinde, halim selim bir adamım. Birisine karşı bir densizliğim oldu da öç almak için kestiler desem, o da yok.”

“Bilmez miyim? Çekemezlik işte.”

“Ama yılmadım. Yine yetiştirdim.”

Çok da sigara içiyordu Robinson Mehmet.

Zafer Beyin:

“İçmesen, bırakabilsen…” sözüne karşılık:

“Ben onu bıraksam da, o beni bırakmıyor Hocam. Alacaklı gibi yapışmış yakama; kurtaramıyorum kendimi. Buraların temiz havası da olmasa var ya, çoktan götürmüştü bu sigara beni. Dağların temiz havası sayesinde yaşıyorum,” demişti.

Zafer Bey’in doğa sevdası nedeniyle her yıl bahardan son güze kadar birkaç kez dağa çıktığını öğrenen Robinson Mehmet:

“Çift anahtarın tekini sana bırakayım. Dağa çıktıkça yararlan buradan. İstersen gece bile kalabilirsin benim kulübemde. Gerekli olan her türlü mutfak malzememin var olduğunu söylemiştim,” demişti.

Her yıl, her gördüğünde de yinelemişti sözlerini.

“Bu konuda teklif yok aramızda.”

Zafer Bey sonunda kaç yıldır tasarladığı düşünü gerçekleştirmeye karar vermişti. Çocuklarla, yani torunlarıyla birkaç günlüğüne Yayla’ya çıkacaklar, orada kamp yapacaklardı. Buna karar verince de, yer olarak Robinson Mehmet’in Yayla’daki bahçesini seçtiler.

Köye bir önceki gidişindeydi. Karşılaştıklarında, hoş beşten, hal hatır sormadan sonra, düşüncesini ona da açmış:

(SÜRECEK)