Sevgiyle gülümsedi Zafer Bey.

Özgün:

“Kentlerde yapay olarak oluşturulan o parklardaki ağaçlar, çiçekler bile, bu doğal güzelliklerle yarışamaz.”

“Doğallık, sadelik her zaman güzeldir” dedi Emre.

“Çok sağ olun çocuklar. Ben de diyorum ki; iyi ki getirmişim yavrularımın yavrularını.”

“Dut ağaçları da epeyce yaşlı olmalılar Büyükbaba” dedi Özgün.

“Evet çocuklar” dedi Zafer Bey. “Çocukluğumuzun dut ağaçları değil bunlar. Onlar da yaşlanmışlar benim gibi.”

“Ne yaşlanması Büyükbabacığım,” dedi Cemre.

“Çocukluğunuzda gezmeye mi gelirdiniz buralara Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Hayır yavrum. Çocuklukta gezmeye pek fırsat bulamazdık. Hayvan otlatırdık bu yandaki arazide. Öğleyin de hayvanları sulamaya indirirdik buraya. Bir şiirimde şöyle anlatmışım çocukluğumuzu:

ÇOCUK DA OLSANIZ

Çocukta olsanız,

Köy yerinde;

Emeksiz yemek yoktur

Hiç kimseye,

O nedenledir ki

Köy çocukları

Yürümeye bulaştılar mı,

Her biri bir işin

Ucundadırlar artık.

Ödemeleri gerekir

Yedikleri ekmeği.

Bu işin hakçası

Yani açıkçası;

Beşten doksan beşe dek

İş vardır herkese.

Eli ekmek tutan

Köy çocuklarının çoğu;

Ya mal peşindedir

Akşamlara dek,

Ya da dağ yolundadır

Önlerinde eşekleri

Kışlık yakacak için…”

“İyi ama o zaman bu taraflardaki tarlalara ekin ekilmiyor muydu?” dedi Özgün. “Nasıl otlatırdınız hayvanları?”

Güldü Zafer Bey:

“Köyün arazisi ikiye bölünmüş biçimde dönüşümlü olarak ekilirdi.”

“Nasıl yani,” dedi Emre.

“Yani köyün arazisinin bir yıl bir yanı; diğer yıl da diğer yanı ekilirdi.

“Büyükbaba, dedi Özgün. “Hayvan otlatma dediniz de biraz da o çabanlık günlerinden sözeder misiniz?“

“Evet, Büyükbaba” dedi Cemre. “Haydi anlatın. Dinlemek istiyoruz.”

“Peki” dedi Zafer Bey. Ardından da kısa bir süre düşündü. Söze nereden gireceğini tasarlıyordu.

“Bekliyoruz Büyükbaba” dedi Emre.

dedi Zafer Bey. “Köy yerinde büyükbaş hayvan olarak nitelendirdiğimiz inek, küçükbaş hayvan olarak nitelediğimiz koyun ve keçi her evde bulunurdu. Ali Dayımın topraklıktaki bahçesinde hayvanlarla ilgili yazdığım şiirde Cemre’nin belirttiği gibi, bu hayvanların etinden, sütünden, yününden yararlanılır. Büyükbaş hayvanların genel adı sığırdır. Onları köyün sığır çobanı otlatmaya götürürdü. Küçükbaş hayvanların, yani koyun ve keçilerin genel adı da davardır. Onları da köyün davar Çobanı güderdi. Köyümüzde kırlarda hayvan otlatma, işine “mal gütme” denir.

Her çocuk küçük yaştan itibaren kendi evlerindeki hayvanların yavrularını hergün yaylıma götürür akşama kadar onları otlatırlardı. Evlerinde çobanlık yapacak çocukları olmayanlar da onları, komşu çocuklarına katarlardı. Ben de önüme katılan koyunların yavruları olan kuzuları, keçilerin yavrusu olan oğlakları, ineklerin yavrusu olan buzağıyı, taşıt ve binek hayvanı olarak kullandığımız eşeği, mahalledeki arkadaşlarımızla birlikte gütmeye götürmüşümdür. Ben daha ilkokul birinci sınıfa başlamadan çobanlığa başlamıştım.

Biraz önce söylediğim gibi köyümüzde tarım arazisinin bir yıl “Karey” ve “Öz” tarafları ekilir, “Kavak”, “Davultepe” ve “Dervişpınarı” tarafları nadasa bırakılır, toprak dinlendirilirdi. Ertesi yıl da dinlendirilen yerler ekilir, ekilmiş olan yerler dinlendirilirdi. Toprak dinlendirilmezse, verimden düşer, iyi mahsul alınamazdı. O nedenle biz çoban çocuklar da ekilmemiş, boz bırakılmış arazide mallarımızı (hayvanlarımızı) otlatırdık akşamlara dek. Şimdi bulunduğumuz Kareyler köyümüzün doğu kesimine; Kavak, Davultepe ve Derviş Pınarı kesimleri ise güneye düşerdi. Öğle sıcaklarında da burası gibi mutlaka bir çeşme başına götürür oralarda sulardık hayvanları.

Karey dediğimiz bu taraflarda bu pınar; adını da bu yöreden alır. Yani Kareyin Pınar denir. Buradan 250 metre kadar doğuda Çirçir Pınarı ve oranın 500 metre kadar da güneyinde “Öz” denilen semtte de Keloğun Eşme vardır. Oraların suları azdır.

Gördüğünüz gibi burada pınarın önünde göl dediğimiz havuzu, çevresinde de dut ve ceviz ağaçları boy vermiş. Bu havuz dolunca suyu salınır, güneyinde bulunan her türden meyve ağaçlarıyla bezenmiş, sebze bahçeleri sulanır.

(SÜRECEK)