“Büyükbaba’mın sanatı bu Dayı,” dedi Cemre.

“Ne ise Dayı,” dedi Zafer Bey. “Biz şöyle bir resim çekelim, ondan sonra da izin isteyelim sizden.”

“Şimdi serbestsiniz artık yeğenim,” dedi Ali Dayı.

Zafer Bey çantasından fotoğraf makinesini çıkardı. Dilber yengesini de çağırarak masa başında çocuklarla birlikte resimlerini aldı.

“Büyükbaba,” dedi Özgün. “Siz benim yerime geçin, ben de sizin resminizi alayım.”

“Olur,” dedi. Bir resim de Özgün aldı.

“Sağ olun ölüyüm,” dedi. Dilber yengeleri.

Teşekkür edip, izin isteyerek ayrıldılar oradan.

KAREY

Yola çıktıklarında Özgün:

“Büyükbaba,” dedi. “Dilber yenge bize hep içtenlikle ‘ölüyüm’ diyor. Bu ne demek?”

“O sözcük köyümüze özgü bir deyimdir. ‘Kurban oluyum’ anlamındadır.

“Köyde çoğu kadınlar hep ‘ölüyüm’ diye konuşuyorlar,” dedi Cemre.

“Evet. Sevgilerini böyle yansıtıyorlar küçüklerine karşı. Biraz abartılı olsa da “sizin için ölürüm” anlamına da gelir.

“Gerçekten ilginç,” dedi Özgün.

“Şuradan sizi Karey’e doğru götüreyim çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Bir de oraları görün. Suyu, önünde göl dediğimiz havuzu ve havuzdan itibaren güneye doğru uzanan bahçeleri var. Çeşmeye kadar varır, döneriz; ne dersiniz?

“İyi olur Büyükbaba,” dediler çocuklar.

Topraklık’tan Karey’e doğru yönlendiler. Yolun iki kıyısında ekin tarlaları uzayıp gidiyordu. Tarlalardaki ekinler iyice sararmış, büyük bir bölümü biçilerek yığın yapılmıştı. Bir iki tarlada da çalışanlar görülüyordu. Daha biçilecek bir hayli tarla vardı. Bir sarı sıcak egemendi doğaya. Kepleri güneşin sıcağından koruyordu çocukların başlarını. Çok sürmedi, Karey’in Mezarlık’a ulaştılar. Burası daha çok yabani otlar ve çalılarla kaplı küçük bir alandı.

“Buraya, Karey’in Mezarlık derler, çocuklar,” dedi. Zafer Bey.

“Karey ne demek Büyükbaba?” diye sordu Emre. “Neden Karey’in Mezarlık demişler?”

“Karey, köye ait bir arazi parçasının adıdır. Karey’in sözcük olarak bir anlamı yok. Ancak; köy anlamına gelen Arapça ‘karye’ sözcüğünden bozulup dilimize yerleşmiş olabileceğini düşünüyorum. Eskiden köyümüz, yani Çıkrık köyü, ‘Karey’ denilen yerde kuruluymuş. Bu bulunduğumuz yer de Karey köyü’nün mezarlığı imiş. Karey köyü ise, zaman içinde şimdiki köyümüzün bulunduğu yere taşınmış.”

“İlginç Büyükbaba,” dedi Özgün. “Merak ettim doğrusu, dedelerimizin yaşadıkları Karey denilen yeri.”

“Ben de merak ettim,” dedi Cemre.

“Yürüyelim o zaman. Köyün taşınma söylencesini de Karey’in çeşmenin başında anlatırım size,” dedi.

Karey’in Mezarlık’tan Karey’in Pınar’ın başına inen yol, iki yanındaki ağaçlar ve dallarıyla bu yola tünelsi, hoş bir görünüm veriyordu. Yolun kıyısında karaağaç, çitlenbik, sakızlık, yabani erik gibi ağaç türleriyle; karaçalı, böğürtlen, kuşburnu gibi çalı türü bitkiler iç içeydi. Güneye doğru giden bu yol, bir dönemeçle doğuya yöneliyordu. Buradan itibaren de iki kıyıdaki duvarlar yer yer, insan boyunu aşıyordu. Çeşmeye doğru alçalarak inen yolun yüz metrelik bölümünün tabanı ise, hep taş döşeliydi.

“Bu yolu çok severim çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Buradan geçerken, bu duvarları örenleri, bu taşları döşeyenleri, kısacası Karey’de yaşayan atalarımızı düşünürüm.

“Ne emekler verilmiş, ne ömürler harcanmış.

Göçenler de bir zaman, seven sevilen canmış.

Evet çocuklar! Bu yolun güney kesiminde bir yığın çanak çömlek ve tuğla kırıkları vardı bizim çocukluğumuzda.”

“Şimdi yok mu?” dedi Emre.

“Şimdi de vardır elbet”

Birdenbire Karey’in Pınar çıktı karşılarına. Çeşme son yıllarda yeniden yapılmıştı. Suyu, kol kalınlığındaki üç kurnasından dökülüyordu önündeki oluğuna. Oradan da yolun altındaki göl denilen, havuzuna doluyordu suyu. Gölün kıyısında, sırasının üzerine dizilmiş, üç, dört tane yaşlanmış dut ağacı vardı. Alt bölümlerde de Ceviz ve kavak ağaçları… Gölün alt yanında ise, onlarca tür ağacı ve tufan gibi yoğunlaşmış yeşillikleriyle Karey’in bahçeler uzayıp gidiyordu güneye aşağı.

Çocuklar çeşmeden ellerini yüzlerini yıkayıp sularını içtiler. Sonra da gölün kıyısındaki ceviz ağacının gölgesine oturdular.

“Bayılıyorum şu yeşilliklere, şu güzelliklere” dedi Cemre. İnsanın gözlerinden gönlüne akıyor bu güzellikler. İyi ki bizleri köye getirdin Büyükbaba.”

(SÜRECEK)