“Var yavrum. Sendikalar, odalar, kamuya yararlı dernekler, çevreci örgütler var. Ben de yıllardır Çorum’da, etkin bir çevre gönüllüsüyüm. Bir yandan, yerel basında  yazdığım yazılarla, doğal çevrenin korunmasını gündemde tutarken; diğer yandan da Çorum bozkırlarının fidanlanması çalışmalarına bizzat katılmaktayım.”

“Çok iyi çok hoş da Büyükbabacığım,” dedi Cemre. Çevre olayında biz çocukları söylemeyi unuttun.”

“Unutmadım yavrum. Sizler zaten okullarınızda, öğretmenlerinizin önderliğinde, ta başından beri çevre olayının içindesiniz. Siz çocukların ve gençlerin gösterdiği duyarlılığı, yetişkinler de gösterebilseler, çok şey kendiliğinden düzelecektir ülkemizde. Onun için doğa düşmanlarından daha güçlü olmalıyız. Sesimiz de daha gür çıkmalı diyorum.”

“O zaman akarsularımız ve göllerimiz kirletilmez,” dedi Cemre.

“Denizlerimiz masmavi kalır,”dedi Özgün.

“Ormanlarımız da yok edilmez,”

“Dedikleriniz olduğunda, ülkemiz cennete döner çocuklar. Bunun için gönüllü olarak çalışmak gerek.”

“Büyükbaba,” dedi, Özgün “Ben de bu işin peşini bırakmayacağım. İstanbul’a döndüğümde, okullarımız açılınca, sınıfımızda bu konuyu gündeme getireceğim. Burada gördüklerimi, yaşadıklarımı, dersliğimizde anlatacağım öğretmenime ve arkadaşlarıma. Doğal çevremizi koruma da daha aktif görev alacak, arkadaşlarımızı da bu etkinliğin içine katmak için çalışacağım.”

“Bizler de” dedi Cemre’yle Emre. “Bizler de okullarımızda ‘Çevre Koruma Kolu’na daha çok işlerlik kazandırmak için çalışacağız.”

Duygulanmıştı Zafer Bey.

“Doğal çevremizi dedelerimizden, babalarımızdan emanet aldığımız biçimde veremiyoruz sizlere. Onları koruyamadık. Bu konuda çok suçluyuz. Sizler de çocuklarınıza ve torunlarınıza karşı mahcup olmak istemiyorsanız; doğal çevrenizi iyi koruyun, iyi kollayın. Bilinçli bir biçimde sahip çıkın geleceğinize.”

Önce, Cemre geldi sarıldı Büyükbaba’sına.  Öptü onu. Sonra diğerleri” Zafer Bey de onlara sarılıp öptü.

Cemre:

“Bütün insanlar sizin gibi duyarlı olsalar, ülkemiz cennete döner Büyükbabacığım,” dedi.

“Biz de sizi örnek alacağız Büyükbaba,” dedi Özgün.

“Doğayı korumak, ülkeyi korumak demektir,” dedi  Emre.

“Sağ olun çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Gelecek açısından sizlere olan inancım ve güvencim bir kat daha arttı. Gurur duyuyorum sizlerle. Doğayı  korumanın, ülkeyi korumak olduğunu ne güzel kavramışsınız..”

“Artık kalksak Büyükbaba,” dedi Emre. “Bu kirliliğe baktıkça içim kararıyor.”

“Doğru söylüyorsun,” dedi Cemre de.

Epeyce zaman geçmişti.

“Haydi kalkalım o zaman çocuklar,” dedi Zafer Bey de. “Belki Salim ve Sedat Dayınlar da gelmişlerdir.”

Birlikte kalktılar. Irmağın kıyısından boş alana çıkıp, oradan yukarı tarlaya doğru yürüdüler.

Ağaçlar daha çok doğudan batıya uzayan yar boyunca dizilmişti. Kavaklar, sivrilmiş çıkmışlardı diğer ağaçların arasından gökyüzüne doğru. Nazlı nazlı salınıyorlardı o servi boylarıyla.

Buralardaki bunca bitkiler onlara:

“Geleceğimiz hiç de parlak değil çocuklar! Buna bir çare bulun!” der gibiydiler.

Sınırdaki bir dut ağacının alçak dallarına uzanarak, birer ikişer dut yediler. Sonra yarı çıkıp elma ağaçlarının arasından tarlaya ulaştılar. Salimler, Sedatlar ve Cicianneleri gelmişlerdi. Çocuklar seğirtip vardılar. Sarıldılar Ciciannelerine, dayılarına ve yengelerine. Elma ağacının altı tam bir şenlik yerine dönüşmüştü.

Zafer Bey de hepsine hoş geliş etti. Hal hatır soruştular.

Abdulkadir mangalı çoktan yakmış, çevreyi iştah kabartan nefis kokular sarmıştı. Salim’le Sedat da yardım ediyorlardı Abdulkadir’e. Salim’in eşi Hacer Hanım salatayı, Sedat’ın eşi Perihan Hanım da karpuzu keserken, Ayşe Hanım sofrayı serdi yavaş yavaş.

Gülüşerek, söyleşerek donattılar sofrayı yiyecek ve içeceklerle.  Çok sürmedi, elma ağacının altında güzel bir yer sofrası kurulmuştu. Nurşen Hanım da, çıkınından haşhaşlı saç çöreklerini çıkarıp özenle yerleştirdi sofraya. Açıkçası sofrada yok yoktu.

“Haydi, sofraya,” dedi Ayşe Hanım.

“Fil gibi acıkmışım,” dedi Özgün.

“Ben de acıktım,” dedi Emre.

“Yavrucuklar, özellikle sizler için hazırladık bu sofrayı,” dedi anneanneleri.

Önce büyükler, Bidibidi babaanneyle Cicianne yerlerini aldılar. Sonra diğerleri” Servisler yapıldı. Yemeğe başlanıldı. Açıkçası herkes acıkmıştı. Hacı Baba da rahmetle anılarak, iştahla yemeye koyuldular.

“Açık havada yenen yemeğin lezzeti de bir başka oluyor,” dedi Zafer Bey.

SÜRECEK