“Tartmazdık ama sanırım beş altı kilodan aşağı olmazdı hiç. Köye kadar taşıması yorardı bizi. Yüzü pek gülmeyen babamın yüzü, balıkları görünce gülerdi. Çok severdi balığı. Her gün getirsek, her gün yerdi. Biz de işten güçten fırsat buldukça ırmakta alırdık soluğu. Benden iki yaş küçük kardeşim Eşref’le, ‘Yaman Balıkçı’ya çıkmıştı adımız.”

“O kadar balığı hep yer miydiniz Büyükbaba?” diye sordu Emre.

“Hayır.”

“Bir günde yemeleri şart değil ya Emre?” dedi Özgün. “Soğutucu ne güne duruyor. Sözgelimi Babam, Büyükçekmece’de hafta sonları, bir arkadaşının kayığıyla balığa çıkar. Denizden oltayla tutup getirdiği balıkların fazlasını, annem derin dondurucuda saklar, sonra yeriz.”

Güldü Zafer Bey:

“Bundan en az kırk yıl öncesinden söz ediyorum çocuklar. O zaman elektrik ne gezer köylerde. Çorum da bile soğutucu belki birkaç varsıl da bulunuyordu. Elektrik deyince de akla, pille çalışan cep fenerleri gelirdi. Yaz günlerinde, yemekler bile, ikinci öğünde tüketilmezse bozulurdu sıcaklardan””

“Öyleyse balıkların fazlasını satardınız,” dedi Emre.

“Senin işin gücün de hep para Şehzade Hazretleri,” dedi Cemre.

“Hayır, satmazdık,” dedi Zafer Bey. “Konuya komşuya verirdik fazlasını. Sevindirirdik onları.”

“Ne güzel!” dedi Cemre. “Şimdi olsa kimse kimseye bedava balık vermez.”

“Haklısın yavrum. Kent yaşamında, kim kime dumduma havası egemendir ne yazık ki.”

“Bir de balık niyetine çok yılan yakalardık ırmakta,” dedi Abdulkadir.

“Anne!..” dedi, Cemre.

“Ne o, korktun mu Prenses?” dedi Emre.

“Yılandan korkulmaz mı hiç?”

“Korkulmaz,” dedi Zafer Bey. “Su yılanları zararsızdır. Onlar sizden korkarlar.”

“Hiç yılan tuttun mu Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Çok”” dedi Zafer Bey. “Ama usta bir balıkçı suyun içinde yılanla balığı çok rahat ayırt edebilir. Ben de  su içinde bile olsa elimize dokunup tuttuğumuzun yılanlı balık mı olduğunu rahatlıkla anlardım. Yılan soğuk, devinimsiz ve pelte gibidir. Balıksa diri, kaygan ve çok hareketlidir. Dokunur dokunmaz kaçarlar. O nedenle, yılan olduğunu anlayınca bırakırdım. Çekip çıkarmazdım dışarıya. Bazılarına göre yüzü soğuktur. Suyun yüzüne çıkarıp evremdekileri rahatsız etmek istemezdim yılanla.”

“Nasıl yakalıyorsunuz balıkları?” diye sordu Emre. “Suyun içine daldığınızda görebiliyor muydunuz onları?”

“Su duru ve temiz olsa da, suya daldığımızda bulanır. Gözlerimiz zarar görmesin diye açmaz, yumardık. El yordamıyla kıyıları tarar, elimize dokunan balıkları, yakalamaya çalışırdık Sizin anlayacağınız, ellerimiz gözlerimiz olurdu suyun içinde. Balıklar belinden ya da kuyruğundan değil, kafasından yakalanır. Çünkü çok kaygan olan pulları sayesinde, rahatlıkla elinizden kayıp kurtulabilirler. Büyük balıkları ise, parmaklarınızı kulakçıklarına denk getiremezseniz yakalayamazsınız.

“Neden olta ya da ağ kullanmıyordunuz Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Oltayla balık tutmak öncelikle sabır işidir. Irmağın kıyısında belli bir noktada oltanızı suya sarkıtacak, bekleyeceksiniz. Artık ne zaman bir balık oltaya takılırsa... Beklemek insana hem usanç, hem de sıkıntı verir. Çünkü bu yöntemde devinim yok, heyecan yok, coşku yoktur. Yani bedeninizin suyla buluşması ve elle balık yakalanın sevincini çevrenizdekilerle paylaşma yoktur. Hareketlilik benim yaratılışımda olduğundan, oltayla balık tutmak bana göre değildir.

“Peki, ağla neden tutmazdınız Büyükbaba?” dedi Emre.

“İster serpme, isterse germe ağla balık tutmak, bence avcılıktaki eşitlik ilkesine aykırıdır,” dedi Zafer Bey.

“Nasıl yani Büyükbaba? Ne demek avcılıktaki eşitlik ilkesi?” diye sordu Özgün.

“Avla avcı arasında koşullar eşit olmalı bence. Ağ ile balıklara tuzak kuruyor, ona kaçma, kurtulma fırsatı ve şansı vermiyorsun. El ile balık yakalamada ise, bizlerle balıklar arasında, yani avla avcı arasında koşullar denk. Avcı olarak bizler el becerilerimizi kullanarak onları yakalamaya çalışıyoruz; balıklarsa; çabuk hareketleri ve kayganlıkları sayesinde kurtulmaya çalışıyorlar. Yani bizim silahımız, el becerimiz, balıklarınsa kayganlıkları... Kısacası, bu işte başaran kazanıyor. Bu tür balık avcılığında canlılık, hareket, heyecan ve coşku vardır.”

“Avla avcı arasındaki eşitlik ilkesi “” sözüne takıldı kaldı Özgün. Yineledi durdu bu sözü.

Ona kulak veren Cemre

“Çok ilginç bir görüş”” dedi.

Abdulkadir.

SÜRECEK