Köprüden hemen sonra ikiye ayrılan yolun batı kesimine dönen Zafer Bey, annesini sözünü tamamladı.:

“Çocuklar işte bu yol Karadağ’ın eteğindeki Koyunağılı Köyü’ne gider. Irmak, ahşap köprüyü alıp götürdüğü için babam, köy tarafına geçememiş. Dört saat uzaklıktaki Cemilbey’ bucağının betonarme köprüsünü dolaşıp, dört gün sonra gelebilmiş köye.”

“Eskiler hep zorluklarla uğraşmışlar.”

“Evet” Prenses dedi Özgün. “Şimdi bizler için bu tür zorluklar yok.”

ELMALI TARLA

İki yanı da ağaçlıklı yolun kuzeyine düşüyordu Hacı Baba’nın Elmalı Tarla’sı. Yolun iki kıyısı da ağaçlarla ve dikensi çalılarla bir çit gibi örülmüştü. Tufan gibi bir yeşillik sarmıştı yolun kuzey kesimini. ‘Elmalı Tarla’nın alaca kapısı açıktı. Hafif bir dönüşle arabayla indiler tarlaya.

Kayınkardeşi Abdulkadir eşiyle birlikte soğan tarlasındaydı. Arabanın sesine ikisi de doğruldular. Arabanın kornasıyla onları selamlayan Zafer Bey:

“Dayınız Abdulkadir işi yarılamış bile,” dedi. “Epeyce soğan otu ayıklamışlar. Kalanı da siz ayıklayacaksınız çocuklar.”

“Ayıklarız elbet,” dedi, Cemre. “Bizi soğan otuyla mı korkutuyorsun Büyükbabacığım?”

“Prenseslerin eli nazik olur, incinir,” dedi Özgün.

“Asıl, Prensle, Şehzade kayırsın başını.”

Traktörünü, arkasındaki römorkuyla birlikte, aşağıdaki su bendinin kıyısına, dut ağacının altına indirmişti Abdulkadir. O da arabayı traktörün yanına kadar indirip durdurdu. Çocuklar heyecanla indiler arabadan. Gelen dayıları ve yengeleriyle sarıştılar sevgi ve özlemle.

Büyük babaanneden başlayarak tek tek hatırını sordu hepsinin de. Özellikle yeğenlerini yenibaştan kucakladı Abdulkadir. Babalarını, annelerini kardeşlerini sordular.

Çocuklar da dayılarını özlemişlerdi.

“Abdul Dayı’mız bir tanedir,” diyor, başka bir şey demiyorlardı.

“Ne iyi ettiniz de geldiniz?” diyordu Abdulkadir’in eşi Nurşen Hanım.

“Öğle sonu Sedat’la Salim de gelecekler eşleriyle birlikte” dedi, Abdulkadir.

“Ne iyi,” dediler. “Hacı Baba’nın tarlası şenlenecek desene!”

Sedat’la Salim, Abdulkadir’in kardeşi, Zafer Bey’in de kayınkardeşleriydi

Su bendini altındaki Elma ağacının altına geniş bir çul sermişti Nurşen Hanım. “Buyur” edip önce büyük babaanneyi oturttular. Burası ırmağın kıyısına kadar Hacı Baba’nın arazisiydı.

Çocuklar, arabanın bagajındaki yiyecek poşetlerinin boşaltılmasına yardım ettiler. Onları elma ağacının altına taşıdılar.

Batı yönünden gelen su bendi, koca tarlayı uzunlamasına ikiye bölüp, geçip gidiyordu doğuya doğru. Harkta su çok azdı. Irmak kıyısında arazisi olan her köy, ırmağın önünü bağlayıp arazisini sulamak için böyle su bentleri oluşturuyordu. Yazın sıcak günlerinde de, ırmakta bir damla su kalmıyordu bu nedenle.

Tarlanın tüm kıyıları elma armut, kaysı, vişne, dut vb. ağaçlarıyla doluydu. En çok da farklı türlerde elma ağaçları vardı. Onlarca meyve ağacı sıralanmıştı sınırlarda. Bunlar hep Hacı Baba’nın eseriydi. Sağlığında, gözü gibi bakardı bu meyve ağaçlarına. Her hasat mevsiminde de salt kızlarının ve oğullarının değil; ayrı ev olmuş torunlarının bile kışlık yiyeceklerini ayrı ayrı torbalayarak gönderirdi kendilerine.

“Bakın yeğenim,” dedi, Abdulkadir. “Geldiğiniz yönde, sınırdaki kaysılar oldu. Onların tadına bir bakın. Şu poşete de olgunlarından doldurup getiriverin.”

“Olur, dayı,” dediler. Poşeti Cemre aldı.

Yürüdüler kaysıdan yana.

“Ne yana baksam Hacı Baba’mı görüyorum sanki,” dedi, Cemre. “İki sene önce geldiğimizde elma hakkımızı ayırırken, ‘bunları Cemre kızıma veriyorum’ demişti. Elmaları arabamızın bagajına yerleştirirken fotoğraf bile çektirmiştik. O benim için unutulmaz bir anıdır.”

“Belki de şimdi ruhu bizimle birlikte geziyor, konuştuklarımızı duyuyordur.” dedi, Emre.

“Sen çok şanslısın Cemre,” dedi Özgün. “Geçen yıl Çorum’da olduğunuz için Hacı Baba’yı daha sık görüyordun mutlaka.”

“Doğru. Ama o hasta yatarken taşınmıştık Samsun’a. Arada bir geldikçe de uğruyorduk yanına. Çok seviniyordu bizi gördükçe.”

“Seni de çok seviyormuş,” dedi Özgün.

“O, hepimizi çok severdi. Sizleri de sık sık görmeyi arzu ederdi. ‘Ah şu gurbetlik olmasa’ derdi”

Kaysılar olmuş, olgunları dibine dökülmüştü. Dallarına uzanıp birer ikişer alıp tadına baktılar.

SÜRECEK