AKÇAPINAR

Yamaca yukarı, güneşe karşı yürüdüler. Çok geçmeden gölün kıyısına ulaştılar. Akçapınar gölü doğudan batıya uzanan tepenin üzerindeydi. Bu tepenin üzerinin toprağı boşaltılarak kıyıları da taşla örülüp uzunca bir su toplama havuzu yapılmıştı buraya. Zafer Bey, bu konuda onları bilgilendirdi.

“Köylü buna göl diyor. Bu gölün suyu, tam kuzeyimizde, bu derenin karşı yamacındaki meşeliğin içinden çıkıyor. Su harkı arazinin eğimine uygun geniş bir yay çizerek ulaşıyor bu göle. Su, bir metre daha aşağıdan çıksa, buraya çıkamazdı. Yani tam seviyesi korunarak getirilmiş atalarımız tarafından. Ne zaman yapıldığı belli değil. Belki yüz, belki de ikiyüz yıl önce. Göl doldukça salınıyor suyu. Dağa aşağı harkını izleyen su, Şarıldak’tan inip köyün bahçelerini suluyor. Yayla’nın suyu da biraz aşağıda katılıyor bunun harkına. O da ulaşıyor Şarıldak’a.”

Güneye aşağı baktılar. Oldukça egemen bir noktadaydılar. Görünüm büyüleyiciydi. Dağın ardıç ağaçlarıyla kaplı yamacı, uzayıp iniyordu aşağılara doğru.

Cemre:

“Köyümüz, yanını yöresini sarmış bahçelerle sanki bir orman içindeymiş gibi görünüyor.”

“Ne hoş görünümü var!” dedi Emre.

“Köyün arazisi, uzansan tutacaklayın ayaklar altında görünüyor,” dedi Zafer Bey. Eliyle işaret ederek anlatmaya durdu çocuklara. “İşte Pınarcıklar, doğuda Cevizdere, aşağısında Kavak, süreğinde Kuycak, Doğuda Karey, onun kuzeyinde Yakatarlalar”

Karadağ’ın tabanını batıdan doğuya doğru çizen Çorum Irmağı. Karadağ’daki Koyunağılı Köyü’nün berisinden, İbek Köyü’ne doğru uzanan o koyu yeşillik Bendaltı arazisi. Uzaktan bir top yeşillik olarak görünen o semtlerde, mutlaka su vardır çocuklar. Çünkü susuz yeşillik olmaz. Bu suların bulunduğu yere, önünde oluğuyla bir çeşme, önüne de mutlaka bir su toplama havuzu yapılmıştır. Buralar ilkyazdan son güze kadar insanların ve otlatılan hayvanların dinlenme yeridir.”

Karşıda bir kara perde gibi batıdan doğuya uzanan Karadağ” Gerisinde ikinci ve üçüncü sıradağlar daha az morlukta görünüyor. Bu iki dağ arasındaki vadide gördüğünüz gibi bir yığın köy var.”

“Buradan ne kadar da geniş bir alanı görebiliyoruz Büyükbaba. Bunun için hep yükseklere, hep doruklara çıkmak gerekiyor demekki.” Dedi Özgün.

“Evet” diyen Zafer Bey, şiir diliyle yazdığı ‘Dağların Türküsü’ adlı dosyasındaki şu dizeleri anımsadı:

Akdağ’la Karadağ’ın arasındaki köyler.

Buralara hükmetmiş nice ağalar beyler.

“Köyler aralıklarla, vadiye serpilmişler.

Kimisi de dağların koltuğuna girmişiler.

Üçköy, Örencik, İbek, Kışla, Emirbağ, Doğla.

Kirletilen ırmağım, kötü yazgına ağla”

Köyler, salt bu kadarla sınırlı değildi elbet. Dahası vardı. Çayköy, Bükse, Kargı, Karacuma, Yeşilova, Totali, Badan gibi köyler, doğuya doğru uzayıp giden vadiye ve dağların eteklerine yerleşmişlerdi. Bu egemen noktadan tamamı seçiliyordu.

Geriye Yüceçal’ın başına doğru baktı Zafer Bey. Tepeler nedense çıplaktı. Ağaç yoktu oralarda. Emre Büyükbaba’sını izliyordu.

“Dağın tepesine çıkabilir miyiz Büyükbaba?” dedi.

“Çıkarız da, yorulursunuz. Bu gelişin bir de geri dönüşü var. İlk günden sizi daha fazla yormak istemiyorum çocuklar. Kısmetse, bir başka zaman”

“Peki, Yayla’ya geçecek miyiz?” diye sordu Özgün.

“Hayır,” dedi, Zafer Bey. Nasıl olsa Yayla’ya kamp kuracağız bir iki gün sonra. O nedenle, Yayla’yı görmeyi sonraya bırakıyoruz. Şimdi beni izleyin.”

Gölün alt yanında teraslandırılmış, ağaçlandırılmış, bahçeler uzanıyordu, doğuya doğru. Terkedilmişliğin bakımsızlığı hemen de belli oluyordu. Kıyıları dağılmış, taşla toprakla dolmuştu harkları. Ağaç altları da davar sürülerinin uğrak yerlerine dönüşmüştü. Gölün güney kıyısında koca bir kiraz ağacı vardı. Dalları kiraz yüklüydü.

Çocuklar farkında değillerdi kiraz ağacının.

“Şu ağacın dallarına bir bakın çocuklar,” dedi Zafer Bey.

Çocuklar başlarını kaldırıp bakar bakmaz:

“Aaa! Kiraz ağacı bu Büyükbaba,” dediler. “Hem de ne güzel olmuş kirazları.”

“Evet, kiraz ağacı” Köydeki kirazlar savuldu ama dağdaki kirazlar yeni oluyor daha.”

“Kimin bu kiraz ağacı Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

(SÜRECEK)