“Herkes doğal çevre konusunda duyarlı olsa, sorumluluk alsa hiçbir şey kirlenmez” dedi Ayşe Hanım.

“Haklısın anneanne,” dedi çocuklar.

‘Dalgıçlar’ın ırmaktaki kum ocağını geçip Gökçepınar Köyü’nün altına ulaştılar. Buralarda ırmak boyu yeşilin her tonunu yansıtan ağaçlarla donanmıştı. Irmağın iki yakasındaki tarlalar daha verimli görünüyordu. ‘Simalı Yokuşu’ başlamadan ırmak, Karadağ’la Simalı arasındaki derin bir vadiye dalıyor, çevresindeki yeşilliklerle gözden kayboluyordu. Güneydeki Karadağ’ın yeşili bu kesimde, ırmağın kıyısındaki dik kayalıklara kadar ulaşıyordu.

Oradan Simalı Yokuşu’na tırmandılar. Akdağ’ın Karadağ’a en çok yaklaşan tepelerin uzantısındaydı Simalı Tepesi. Çorum Çayı, Karadağ’la Simalı kayalıkları arasındaki bu derin vadiyi aşarken, sanki bir başka havaya bürünüyor, yüzyıllardır bu daracık ve gizemli vadide akıyordu. Simalı kayaları ırmak kıyısından tepesine kadar yükselen, aşınmış basamaklarıyla geçmiş uygarlıklardan gizem dolu esintiler getiriyordu. Bu dimdik kayalar, görkemli olduğu kadar olabildiğince ürkünç ve korkunç görünmekte. Zafer Bey o vadideki traktör yolundan birkaç kez gelip geçtiği için, Simalı’ya yukarı arabasıyla tırmanırken bunları anımsıyordu.

Zikzaklar çizerek Simalı tepesine ulaşan yolları, yine aynı biçimde Örencik Köyü yol ayrımına kadar da iniyordu. Yol, bundan sonra alçak ve aşınmış tepelerle, ırmak arasına zoraki sığdırılmış gibiydi. Dar ve tehlikeli bir biçimde uzayan yol, ‘Kızılbel’e kadar sürüyordu. O nedenledir ki, arabayı oldukça dikkatli kullanıyordu Zafer Bey. Güneyde Karadağ’ın eteğine kurulmuş, Koyunağılı Köyü’nün karşısına geldiklerinde:

“Çıkrık Köyü sınırları içinde girdik,” dedi. “Burası ‘Gökyer’ arazisi,” dedi.

Yolun iki yanı ağaçlarla donanmıştı. Ağacın onlarca türü boy atmıştı ırmağın iki yakasında. Tam bir yeşillikler cümbüşü içindeydi ırmak boyu. Bir sel yatağı olan derenin üzerindeki köprüyü geçer geçmez, bir köy çıktı karşılarına. Bu, İbek Köyüydü.

“İşte bu köy, anneannenizin köyü İbek,” dedi.

“Biliyoruz Büyükbaba.”

Son yıllarda, eski harman yeri olan yolun iki yanındaki bu yerlere, bir hayli konut yapılmış, yeni sahipleri de buralara taşınmıştı.

Burada “Çıkrık Köyü 4 Km. yazıyordu. Zafer Bey çocukları bilgilendirmeyi sürdürdü:

“Karşımızdaki dağ, Akdağ. Bir diğer adı da Kırklar Dağı’dır. Eteğinde, yeşillikler içinde görünen köy de Çıkrık. Benim köyüm. Babalarımızın, atalarımızın köyü… Sağ yanda, dağın yüzünde görünen yatay yol, Yokuş… O yol Yayla’ya, Suludere’ye, Evkaya Deresi’ne varır. Daha sağda, dağın yamacında ki ‘Z’ye benzeyen yol ise yine aynı yerlere ulaşır. Orası traktör yoludur. Batı yanımıza düşen bu ağaçlık alan, Kuycak bahçelerdir.”

Bu arada karşılaştıkları traktörlü köylülerini arabanın kornasıyla selamladı Zafer Bey.

Erikdibi’ne doğru yol hafif yokuşladığından belli bir hızda çıkıyorlardı. Sol yanları Kovanınönü Bağlar, sağ yanları ise Kavakçıldere idi. Kavakçıldere’nin arkası ise, Alipaşa Bağlardı. Kovanınönü başta olmak üzere tüm bağlar kurumuş, yok olmuş, sadece adı kalmıştı. Oysa köylü bu bağları bir ayda kesip tüketemezdi. Göçün olumsuzluklarının getirdiği bu yok oluş ve tükeniş Zafer Bey’i müthiş hüzünlendiriyordu.

İŞTE ÇIKRIK KÖYÜ

Türkmenlik Tepesi’nin doğusundan Mezarardı’na, oradan da kubbemsi bir tepe üzerindeki mezarlığa ulaştılar. Yol mezarlığı ikiye bölerek ulaşıyordu köye. Yeşillikler içindeki köyleri Çıkrık da tüm görkemi ve güzelliğiyle çıkıvermişti karşılarına. Akdağ’ın güne yamaç eteğine kurulu olan köyü kim bilir kaç yıl önce kurulmuştu oraya. “Gelin de babalarınızın, dedelerinizin yurdunda doyasıya yaşayın güzelliğimi” der gibiydi görünümü.

Eskiden bu yollardan yayan olarak az gidip gelmemişti Zafer Bey. Bendaltı, köye bir saat çekerdi yürüyerek. Oysa arabayla beş dakika bile sürmüyordu.

Mezarlık, korumaya alındığından, farklı türde yetişmiş ağaçlardan oluşan, bir koruluğa andırıyordu. Güneye aşağı uzanan tüm bahçeler, ataların armağanıydı ama ne yazık ki çoğu bırakılmış; bahçeler bahçe, tarlalar tarla, bağlar da bağ olmaktan çıkmıştı.

(SÜRECEK)