“Bırakın oraya. Yukarıya çıkınca uzatırım size.”

Çocuklar değneklerini bıraktılar. Önce Emre uzattı kolunu. Zafer Bey yakaladı bileğinden çekti yukarıya.

“Haydi gayret,” dedi. “Tutun köklere. Tırman yukarıya. Ben destek veririm sana.”

Emre, diğerlerinden daha pratikti bu konuda. Tutunup tırmandı yukarıya. Zafer Bey de tek eliyle destek verdi arkasından. O tırmanırken Cemre’yle Özgün de sözle destek veriyorlardı:

“Ha gayret Emre! Az kaldı ha!..”

Emre son bir gayretle tırmanıp, yarı çıktı yukarıya. Aynı yöntemle Özgün’ü de gönderdi yukarıya. Emre de Özgün’ün kolundan tutup çekerek, çıkmasına yardımcı oldu. Sıra Cemre’deydi. Heyecanlanmıştı.

“Hadi kızım,” dedi Zafer Bey.

“Hadi Prenses,” dedi Özgün’le Emre de. “O kadar zor değil, korkma!”

“Hadi kızım,” dedi Zafer Bey. “Uzat elini.”

Cemre derin bir soluk alıp uzattı elini. Zafer Bey bileğinden yakalayıp çekti yukarıya yavaş yavaş.

“Hadi tutun köklere,” dedi. “Ben yanındayım birlikte çıkacağız yukarıya.”

“Hadi Prenses,” dedi Emre. “ Biz buradayız.”

Cemre uzandı köklere tutundu. Zafer Bey de destek verdi. Emre’yle Özgün de uzanıp tuttular ellerinden, çektiler yukarıya.

Zafer Bey, önce sopalarını uzattı çocukların. Ardından da kendisi tırmandı yukarıya.

Yorulmuş, soluk soluğa kalmıştı.

“Yaşa Büyükbaba,” dediler.

“Demek ki artık yaşlanıyoruz. Açıkçası soluğum kabardı çocuklar,” dedi.

“Daha maşallahın var Büyükbaba,” dedi Özgün. “Üçümüzü de çıkardın yukarıya.”

“Sen olmasan çıkamazdık biz,” dedi Cemre.

Derin derin soluk alarak bir süre dinlendiler meşelerin altında.

“Yorulduk ama yorgunluğa değecek güzellikler yaşıyoruz,” dedi Özgün.

“İyi ki çıkardın bizi buralara,” dedi Emre.

Cemre ise:

“Kim bilir daha neler göreceğiz,” dedi.

Zafer Bey:

“Belki biraz yorulacaksınız ama geldiğinize pişman olmayacaksınız çocuklar,” dedi.

KAYALARDAN ÇIKAN SU

Sık meşelikleri aralayarak kayanın üzerine dolandılar. Yukarıdan gelen iki derenin ağzı da bu kayanın üzerinde birleşiyordu. Su, sol taraftaki dereden geliyordu. İki yandaki yamaçlar meşe ormanıyla bezenmişti. İki derenin birleştiği yerden itibaren de dimdik bir sırt yükseliyordu yukarılara doğru.

“Sizi suyun çıktığı yere kadar götüreyim çocuklar,” dedi Zafer Bey. “İzleyin beni.”

Yerler yemyeşil otlarla kaplı; dere ise geçit vermez bir bitki yoğunluğu içindeydi. Böğürtlen, kuşburnu, meşe ve fundalıklar derenin kıyısında bile onlara kolay geçit vermiyordu.

Zafer Bey:

“Çalılardan ve dikenlerinden sakının kendinizi. Aman dikkatli geçin çocuklar!” diye uyardı onları.

Az sonra, tepeden aşağı yuvarlanmış kaya yığıntılarıyla karşılaştılar. Su, bu yığıntının altından geliyordu.

“Dinleyin,” dedi Zafer Bey.

“Su şırıltısı geliyor,” dedi Özgün.

“Evet,” dedi Emre.

“Hem de kayaların altından geliyor,” dedi Cemre.

“Az ötede de kayaların bitim yerinden gün yüzüne çıkıyor su.”

Yandan, dalları aralayarak indiler derenin tabanına, suyun kıyısına.

“İşte su!,” dediler sevinçle.

Oturacak mekan dardı ama otları yasayarak kendilerine oturacak uygun birer yer hazırladılar. Oturdular dalların altındaki koyu gölgeliğe.

“Önce biraz dinlenin, terinizi soğutun; suyu da ondan sonra için,” dedi Zafer Bey. “Çünkü soğuk su midenize oturup, karnınızı ağrıtabilir.”

“Olur, Büyükbaba,” dediler.

Bir süre sonra kalkıp, sırayla ellerini yüzlerini yıkayıp, suluklarını doldurdular. Sularını da suluklarından içtiler.

“Su gerçekten buz gibiymiş Büyükbabacığım,” dedi Cemre.

“Üç yıl önce keşfettim burayı,” dedi Zafer Bey. “Gördüğünüz gibi oldukça güç ulaşabildik. Burayı, bir çobanlar bir de avcılar bilir herhalde.”

“Bir de benim Büyükbabam bilir,” dedi Cemre.

“Doğayı sevmesem, merak edip araştırmasam, doğrusu ben de bilemezdim buraları. Hem de burada su olabileceğini.”

Zafer Bey saç çöreği çıkardı çantasından. Paylaştırdı çocuklara.

(SÜRECEK)