SARAY DERESİ KANYONU

Yüz adım kadar yukarıda dere iyice daraldı. iki yandaki kayalar dikleşti, yükseldi. Dere bir kanyona dönüştü. Yolları yer yer kuşburnu ve böğürtlen çalılarıyla kesiliyordu.

Zafer Bey, buralarda çocukların hasarsız geçmelerini sağlıyor, yeniden öne düşüyordu. Sık sık da uyarma gereği duyuyordu.

“Aman dikkat edin çocuklar!”

Kanyon, kıvrım kıvrım, basamak basamak yükseliyordu yukarılara doğru

“Manzara ne kadar güzel Büyükbaba,” dedi Özgün. Kayalar kale duvarı gibi yükselmiş iki kıyıda.”

“Gün ışığı bile vurmuyor buralara,” dedi Emre.

“Sahi,” dedi Cemre. “Biz fotoğraf makinelerini niye aldık ki? Neden resim çekmiyoruz?”

“İyi ki aklımıza getirdin Prenses!” dedi Özgün.

“Öyleyse şöyle durun da, ben kendi makinemle bir resminizi alayım çocuklar,” dedi Zafer Bey.

“Okullar açılınca arkadaşlarımıza sunacağımız güzel resimlerimizle birlikte, ilginç anılarımız da olacak,” dedi Özgün.

Güzel bir resmini aldı çocukların Zafer Bey.

“Yalnız olsak korkarız buralarda Büyükbabacığım,” dedi Cemre. “Ne kadar ıssız ve sessiz yerler.”

“Kızlar hep korkar zaten,” dedi Emre.

“Peki, sen korkmaz mısın Şehzade Hazretleri?”

“Ben hiçbir şeyden korkmam.”

Cemre bir muziplik düşündü hemen. Ardından da:

“Emre yılana bak,” dedi heyecanla.

Emre ise:

“Anaaa!” diye sıçradı Büyükbabasından yana. “Hani nerede?” diye sordu.

Gül dü Cemre.

“Şaka yapmıştım,” dedi. “Hani korkmazdın hiçbir şeyden. Nasıl sıçradın ama.”

Emre bozuldu buna. Hiç yanıt vermedi. Yürüdü öne geçti hemen.

“Hadi hadi,” dedi Zafer Bey. “Hem şaka yapıp, hem de birbirinize bozulmayın böyle.”

“Alınganlık yapma Emre,” dedi Özgün. “Bu ne biçim Şehzadelik?”

“Şehzadelere küsmek yakışır mı hiç?” dedi Cemre.

“Hayır, küsmedim,” dedi Emre. “Açıkçası kendi oyunumla alta gittim. Ama yenilmiş sayılmam henüz.”

Kayalara tutunarak kıvrımlı, daracık bir kanyonu çıktılar. İki yandaki kayalık taşlık yamaçlarda ardıçlar, meşeler vardı irili ufaklı. Dere, kimi yerlerde yamaçlardaki kayaların yıkılmasıyla dolmuştu. Kimi yerlerde de fundalıklar boy vermişti top top. Kendiliğinden mi yetişmiş, yoksa eskiden birileri tarafından mı dikilip yetiştirilmiş, çeviz ağaçları vardı derede. Oldukça yaşlanmış, kimisi de kurumuştu bunların. Çoğu devrilmiş, dalları çürümeye yüz tutmuştu. Çıkış her şeye karşın rahat sayılırdı.

“Duralım,” dedi Zafer Bey. “Hem bir resim alalım. Hem de biraz oturup, dinlenelim.”

“Bu kez de ben çekeyim resminizi, Büyükbaba,” dedi Emre. “Benden sonra da sırayla Özgün ve Cemre çekerler.”

“Olur,” dedi.

Az önceki korkutulmayı unutmamıştı Emre. O da Cemre’yi korkutacaktı aklı sıra. Fotoğraf makinesini eline aldı.

Güzel bir görünüm oluşturabilecek bir yer seçti Zafer Bey. Cemre’yle Özgün’ü iki yanına aldı.

“Şöyle duralım,” dedi. “Gerimizdeki görünüm de fena sayılmaz. Hadi bakalım çek,” dedi Emre’ye

“Tamam, çekiyorum. Kımıldamayın!..”

Birden haykırdı Emre:

“Cemre, örümcek var üzerinde!”

“Anneee! Neremde?” diyen Cemre silkinirken; Emre de basıverdi makinenin düğmesine.

Özgün’le Zafer Bey de dönmüş örümcek arıyorlardı. Tuhaf bir durumda çekilmişti resimleri.

“Ödeştik Prenses Hazretleri,” dedi Emre gülerek.

Cemre kandırıldığı için isyan etti:

“Böyle de şaka olmaz ki Büyükbaba,” dedi.

Zafer Bey:

“Haklısın,” dedi Cemre’ye. “Salt seni değil bizleri de kandırdı. Elbet birbirinize şaka yapacaksınız ama şakaların yerini, zamanını ve dozunu, iyi ayarlamanız gerekir. Ölçüyü kaçırırsanız birbirinizi incitmiş olursunuz. Açıkçası Emre, bu şakanın ölçüsünü biraz kaçırdı. Ama yine de alınmayın birbirinize. Çünkü siz, kardeş çocukları olduğunuzu unutmayın. Benim de canım ciğerimsiniz. Yaklaşın bakayım yanıma.”

Üçünü de kucaklayıp tek tek öptü Zafer Bey. Onlar da Büyükbabalarına sarılıp öptüler.

“Burada biraz dinlenelim.”

(Sürecek)