ODTÜ kampüsünde kavaklık alana yurt yapımı ile ilgili, öğrenciler ve pek çok öğretim üyesinin karşı çıkması sonucu 55 gündür eylemler devam ediyordu. 8 Temmuz günü polisin yola barikat kurması ve ağaç katliamının doruğa çıkmasıyla olaylar Türkiye’nin gündemine oturdu.

Kredi Yurtlar Kurumu’na ait yurdun, ODTÜ ile bir ilgisi yok, fakat yurt ODTÜ bahçesine kavaklık alana kuruluyor. Yurdun onaylanmış planı, projesi yok. Kısacası kaçak. Ankara’da onca kurak ve çorak toprak dururken, onlarca ağacın kesilerek kaçak yurt yapılması, hangi aklın eseri olabilir? Kendi arazisine, kendi öğrencilerine birinci derecede yararı olmayan, yurt yapımına, ODTÜ’nin atanmış rektörü M. Verşan Kök izin veriyor. Polisi okula davet eden de kendisi. Anlaşılan rektör en çok oyu alan kişi dururken, atanmış olmanın diyetini ODTÜ’nin arazisini ve kavaklık alanı peşkeş çekerek ödüyor.

Durum ODTÜ geleneklerine aykırı. Yasaya aykırı, ağaç kıyımını körükleyen, yeşili talan eden tam bir garabet. Olay şimdilik başta öğrenciler olmak üzere, yerel yöneticilerin, kamuoyunun tepkisi ile durmuş gibi gözüküyor. Yeşili ve onlarca ağacı yok ettikten sonra, inşaatın durdurulmasını da aklın, mantığın ve vicdanın egemen gelmesi olarak yorumluyoruz.

Ortak akıl, bilim, sağduyu varken devletin öğrencisi ve duyarlı toplum kesimleri ile karşı karşıya gelmesi neden? Yeşile ve doğaya bunca husumet neden? Peki, ülkenin öğrencileri yurtsuz mu kalacak? Elbette hayır. Ne var ki bunun yeri, zaten kıraç ve çorak toprağı olan Ankara’da yer bulamamış gibi Ankara’nın akciğerleri olarak nitelediğimiz ODTÜ ormanları olmamalıdır.

Amaç ülkenin güzide üniversitelerinden olan, ODTÜ’nin demografik yapısını bozmak, yurda ODTÜ ile ilgisi olmayan öğrencileri yerleştirerek bu bilim yuvasını da çapsız sıradan üniversiteler seviyesine düşürmek gibi, şark kurnazlığı hakimdir. Çünkü defalarca iktidarın atanmış rektörlerinin ağzından duyduk. “Ben cahilin ferasatına güveniyorum, ülkeye en büyük zarar okumuş aydınlardan gelir” zihniyeti ODTÜ’ne atanmış rektörünü de kullanarak aklın alamayacağı kıyımı yaptırıyor.

Ağacın ve yeşilin Türk toplumunda mitolojik yeri vardır. Ağacı yok ederken ekolojik dengeyi de yok ediyorsun. O ağaçları üzerindeki kuş yuvaları ile birlikte deviriyorsun, ağaç onlarca yılda büyüyüp, orada çevresindeki diğer canlılarla birlikte bir denge oluşturuyor ve on saniyede bu dengeyi yerle bir ediyorsun. Öğrencilerini çaresiz bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlatarak. Boşuna yormayın kendinizi hiçbir hamasi nutkunuz, orada hıçkıra hıçkıra ağlayan kız çocuğundan daha yurtsever, daha inandırıcı değildir. O kız çocuğunun yurt ve doğa sevgisinden öte hiçbir çıkar ve menfaati olmadığını bu ülkede yaşayan herkes biliyor.

Yeraltını, yeryüzünü ve gökyüzünü birbirine bağlayan, Hayat Ağacı’nın mitolojik hikayelerini ne çabuk unuttuk, bir dilek tutmak istediğimizde o ağacın dalına bağladığımız çaputları ne çabuk unuttuk. Tanrıların bir insanı korumak istediğinde onu kötülüklerden korumak için ağaca çevirdiği, yaşlı ağaç gibi bilgeleşmek varken, iblis gibi kötü insan olmanın mitolojik hikayelerini ne çabuk unuttuk.

Buğulu bir bahar sabahında, avuçla toprağı, teninde hisset, geçmişte ve gelecekte toprak ve ağaç üzerine anlatılanları, insanlığın kültürel birikimini bir düşün, bir düşün burnuna gelen ıhlamur ve ceviz kokularını, bir düşün doğada binbir çeşit börtü böceğin, kuşların dilleştiğini. Bir düşünsen, sorgulasan zaten dalına dokunamazsın o ağacın.

Ankara’nın çorak bozkırını orman yapan Mustafa Kemal ne demişti; “Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden yoksundur. Burayı öyle ağaçlandırın ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu anlasın”

Fatih Sultan Mehmet, ağacın önemine dikkat çekmek için; “Ormanlarımdan bir dal kesenin kafasını koparırım” gibi ağır bir sözle konuyu betimlemişti. Oysa çocukluğumuzdan beri ağaçların vicdanı olduğunu belirten hikayeler anlatıldı bizlere. Beton uğruna bütün değerleri feda ettiniz.

Kızılderili atasözü hiçbirşey anlatmıyor mu size? “Son ağaç kesildiğinde, Son nehir kuruduğunda, Son balık avlandığında, İşte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız” betonun da bir işe yaramadığını.

Adem oğlu boşun mı kutsadı asırlardır. Zeytin ve defne ağacını. Hiç düşündük mü? Neden cehennem ateşten bir kuyu olarak tasfir edilir? Cennet yemişli ağaçlar, güller çiçekler yeşillikler şeklinde. Kos koca dünya şairi Nazım vasiyetinde, öldükten sonra; “ Tepemde bir çınar ağacı olsun yeter, taş maşda istemez hani” boşuna mı dedi. Yine boşuna mı dedi; “Ben bir ceviz ağacıyım, gülhane parkında”

Halk Ozanı Aşık veysel “Orman yurdun temelidir” şiirini boşunamı yazdı. “Veysel sever ağaçları/ Dalında öten kuşları/ Orman yapar her işleri/ Ormandaki varlığa bak”

Bir anlayabilsek “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine” yaşamayı tüm sorunlar çözülecek. Kaç yüz yıl sonra?