Neredeyse Türkiye siyasetini ve siyasal gündemi bavullar belirler oldu!!!
Taraf Gazetesi yazarlarından Mehmet Baransu'ya iki bavul gelmişti. Biri 2009 yılının Aralık ayında, diğeri 2013'ün Kasım ayında.
Birinci bavulda, “Balyoz Darbe Girişimi” ile ilgili 5000 sayfalık belge olduğu söylenmiş, bu belgelerle “Balyoz Operasyonu” ve ardından “Balyoz Davası” başlatılmıştı.
91'i General ve Amiral olmak üzere 365 subay yargılanmış, 331 kişi hüküm giymişti. 3 kişi ömür boyu hapse mahkûm olmuş ve 20 yıla indirilmişti.
İkinci bavulda ise, 2004'de yapılan MGK toplantısında “Gülen Cemaati’ni bitirme karan alındığını, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları ile MİT'in görevlendirildiğini” gösteren belgeler olduğu söylendi. Önce 28 Kasım 2013 günü Taraf Gazetesi’nde duyuruldu. Ardından tüm medyada geniş ölçüde yer aldı.
Ancak iktidarın açıklamasında “Hükümet, 2004'teki MGK kararlarını yok hükmünde kabul etmiş, hiçbir Bakanlar Kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır” denildi.
Ama bu iki bavul olayında ilginç bir fotoğraf çıktı ortaya:
Birinci bavula sahip çıkanlar ikinci bavula sahip çıkmadı.
İkinci bavula sahip çıkanlar birinci bavula sahip çıkmadı.
Oysaki gazete aynı gazete, kişi aynı kişi idi.
Siyaset ve toplum ise:
Birinci bavulda asker yanlısı ve asker karşıtı olarak ikiye yarılmıştı.
İkinci bavulda cemaat yanlısı ve cemaat karşıtı olarak ikiye yarıldı.
Daha da ilginci:
Cemaat karşıtı olanlar cemaat yanlısı gibi, cemaat yanlısı olanlar cemaat karşıtı gibi siyasal ve toplumsal bir görüntü oluştu.
Ama bu ülkede ne ordudaki tasfiye analiz edilebildi. Ne de cemaatlerin arkasındaki irade analiz edilebildi.
Daha da vahimi; bavullara sahip çıkanlar, bu iki bavulun arkasındaki iradeyi sorgulamadı ya da sorgulayamadı.
İşte Türkiye siyasetinin yapısı...
İşte bu siyasetin etkisi altında kalan toplumsal yapı...
* * *
Ve icazet...
Yani Türkiye'nin değerlerine yakışmayan bir iktidar olabilme davranışı...
1950'den bugüne, sanki icazet iktidara giden yol oldu bu ülkede.
İktidara talip olanlar, seçimler öncesinde bir ABD ziyareti yaparlar; dünya siyasetinin nabzını tutan kuruluşlara, fırsat oluşursa ABD yöneticilerine kendilerini anlatırlar.
Ama nedense Kenya'ya gidip anlatmazlar! Ya da Angola'ya, Nijerya'ya...
2002 seçimlerinden önce Sayın Erdoğan gitmişti. 3 Kasım 2002 seçim sonucu, Başbakan olduğunun ertesinde Sayın Abdullah Gül gitmişti.
Ve o günden bugüne AKP iktidarı, ABD'nin icazeti ile oluşan ve ABD'nin icazeti ile yaşayan bir iktidar zanlısı olarak kaldı.
Şimdi ise Aralık ayının ilk günlerinde Sayın Kılıçdaroğlu gitti.
“Bu gezi bizim Çin’e, Mısır’a, Irak’a yaptığımız gezi formatında değil. ABD'de siyasal çevrelerde CHP fazla bilinmiyor, önyargılarla biliniyor. Gerçek nedir anlatacağız. 3 ayrı düşünce kuruluşuyla görüşeceğiz” dedi.
Oysaki ABD yönetiminin Cumhuriyetle yaşıt olan bir partiyi tanımıyor olması pek doğru bir tespit olmasa gerek. Çünkü ABD'nin bizi bizden daha iyi tanıdığı bir gerçektir.
Ve Sayın Kılıçdaroğlu havaalanında “Türkiye için, halkımız için ve halkımızın geleceği için gidiyoruz” diyerek gitti.
Amerikan politikalarının oluşumuna katkısı olan, hatta şekil ve biçim veren “düşünce kuruluşları”yla görüşüldü. Ayrıca “Gülen Cemaati”nin temsilcileriyle de görüşüldü.
Görüşmelerde özellikle “Yeni CHP” vurgusu yapıldı.
Herhalde bu görüşmeler bir “icazet” görüşmesi olmamıştır, olmamalıdır.
Çünkü dokusu ve siyasal ekseni, kurucu ideolojinin değerleriyle şekillenmiş bir siyasettir CHP.
Ve de emperyalizmin yeni bir “eş başkanı” olunması, ya da BOP eş başkanlığının “sol versiyonu” olunması yakışan bir kimlik değildir.
Elbette ki, “icazet” alınacaktır. Ama kimden?
Elbette bu ülkenin halkından, bu ülkenin kurucu değerlerinden, kurucu ideolojinin ve 68 kuşağının bu topluma ektiği milli bağımsızlıkçı değerlerden alınacaktır, alınmalıdır.
Ve bu toplumun mayasını oluşturan milli değerler, okyanus ötesinin icazet gölgesiyle tahrip edilir olmamalıdır.
Ve de demokrasi ve özgürlükler için bu toplumun ödediği bedel, bir iktidar kavgasına çar-çur edilmemelidir.