Bu ülkede:
-Türk sağı Necip Fazıl'ı unutmamıştır, Türk solu Nazım Hikmet'i.
-Türk sağı Cemil Meriç'i unutmamıştır, Türk Solu Yaşar Kemal'i.
-Recep Yazıcıoğlu unutulmamıştır, devlet mekanizmasının ezberini bozan bir vali idi.
-Ahmet Kaya unutulmamıştır, 12 Eylül'ün karanlıklarından parlayan bir yıldız idi.
-Ve Yılmaz Güney unutulmamıştır, Yeşilçam'ın ezberini bozan bir kimlik idi.
Ve de onlar, dönemlerine ve dönemlerinin sonuna da damgasını vuran birer efsane idi.
***
İşte bugün bile sinema dilinin aşamadığı bir Yılmaz Güney efsanesi vardır dedik.
Ve de ölümünün 31 'inci yılında onu biraz tanıyalım dedik:
Asıl adı Yılmaz Pütün idi. Sinemadaki namı "Çirkin Kral" oldu. 1 Nisan 1937'de Adana'da doğdu. 9 Eylül 1984'te Paris'te öldü.
1959 yılında sinemaya başladı. Sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar olarak Türk sinemasında bir efsane oldu.
Farklı bir kimliği, farklı bir kişiliği, farklı bir duruşu vardı.
Onunla Türk sineması yeni bir nefes almış, Yeşilçam'ın dokusu değişmişti.
Onunla yakışıklı oğlan görseli gitmiş, zengin oğlan-fakir kız, fakir oğlan-zengin kız; iyi ağa-kötü adam, kötü ağa-iyi adam edebiyatı yıkılmıştı
Yani bu tip filmlerle yıllarca topluma verilen sinema sanatının çehresi değişti. Adeta alışılmış Türk sinemasının ve Yeşilçam'ın ezberi bozuldu.
Onunla ilk kez sosyal sorunlar dillendirilir, ezilmişler yeni bir kimlik bulur oldu.
***
İlk kez toplumsal eşitsizlik sorgulanır, sosyal bir muhalefetin sesi sinema diliyle anlatılır oldu. Ve Türk sinemasında Yılmaz Güney farklı bir kimlik oldu.
Türk şiirinde Nazım Hikmet ne ise...
Türk edebiyatında Yaşar Kemal ne ise...
Türk Halk müziğinde Ruhi Su ne ise...
Türk sinemasında Yılma Güney o oldu.
Yaşamında kabadayı yaşadı. Sinemada kabadayı oldu. Çünkü delikanlılık, kabadayılık onun doğal bir yaşamıydı.
Anadolu halkı onda bu doğallığı görmüş ve sevmişti. Seyirci onda kendinden bir parça görür olmuştu.
Kimi bakışında-duruşunda, kimi yürüyüşünde, kimi silah tutuşunda, kimi ezilmişliğinde, kimi onun başkaldırısında kendini görür olmuştu.
Velhasıl Anadolu insanı onda hep kendini görür olmuştu.
Çünkü o, altta kalmış bir kesimden fırlayıp gelmiş, sinemasında onları anlatmıştı. Bu nedenle beğenilmiş, sevgi duvarını aşmış, Çirkin Kral olmuştu.
Türk halkı siyasette, böyle bir sevgiyi yalnız Ecevit'e göstermişti.
Adıyla anılan 114 filmin 111 'inde bizzat kendi oynadı. Bu filmlerin 26'sında yönetmen,
15'inde yapımcı oldu. 64'ünün senaryosunu yazdı.
***
Maceralı ve mücadeleci bir yaşamı oldu Yılmaz Güney'in.
Liseyi Adana'da okudu. Daha lise öğrenciliğinde "DORUK'' isimli bir kültür-sanat dergisi çıkardı. 1955 yılında yazdığı bir hikâyeden yargılandı. 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl sürgün cezası aldı. Temyizin bozması sonucu cezası 1,5 yıl hapis ve 6 ay sürgün oldu.
İstanbul İktisat Fakültesine girdi ama öğrenimi yarıda kaldı.
Ve cezaevi, onun yaşamının ayrılmaz bir parçası oldu. 1961'de cezaevine girdi. 1971 'de gözaltına alındı. 1972'de devrimcilere yardım etmekten tutuklandı, yargılandı. 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezası aldı. 1974 affıyla serbest kaldı.
1974 yılında "Endişe" Filmi çekilirken Yumurtalık hâkimini öldürmekten 19 yıla mahkûm oldu. Ve en verimli çağında katil oldu.
***
Cezaevinde "GÜNEY" küttür-sanat dergisini çıkardı. 13 sayı sonra sıkıyönetimce kapatıldı. Yazdığı tüm yazılar soruşturma ve yargılama konusu oldu. İstenen toplam ceza yaklaşık 100 yıl idi.
1981 yılı Ekim ayında Isparta yarı-açık cezaevinden izinli çıktı ve bir daha dönmedi. Paris'e kaçtı. 1981 Ekim ayına kadar toplam 12 yıl cezaevi yaşamı oldu.
12 yıl içinde 15 ayrı cezaevinde yattı. Ülkeden gittikten sonra, ilk aylarda sonuçlanan 3 davadan da toplam 20 yıl hapis, 7 yıl sürgün cezası aldı. Diğer davalar devam etmekteydi.
Ve o kimliğiyle, kişiliğiyle, düşüncesiyle, yazdıklarıyla, yaptığı filmlerle Türk sinema dünyasının kimyasını değiştirdi. Türk sinemasında toplumcu refleksleri uyandırdı. Neredeyse her oyuncu birer Yılmaz Güney olmayı düşledi.
Çünkü o, hem sinema dünyasının, hem Anadolu halkının kabul ettiği doğal bir kişilikti.
Ve de o, cesur bir yürekti.