Zorla gülümsemeye çalışarak:

“Ooo!.. Siz misiniz Çetin Bey!.. Merhaba!”

“Merhaba merhaba da, hayrola? Şaşırmış gibi bir durumun var.”

“Şey, epeydir görüşemediğimiz için birden çıkaramadım seni. Kusura bakmayın.”

“Doğru. Çok zaman oldu görüşmeyeli. Biz dışarıda görevde; siz de genellikle İzmir’de oluyorsunuz.”

“Haklısınız.”

“Şöyle masama buyursanız ya!”

Yengeç Ali, elinde olmadan kalktı, Çetin’in masasına geçti. Çetin ayağa kalkarak elini uzattı.

“Hoş geldiniz.”

Tokalaştılar.

“Hoş bulduk.”

Bu sırada Yengeç Ali’nin çorbası da gelmişti.

“Buyurun efendim; afiyet olsun,” dedi garson.

Garsona teşekkür ettikten sonra Çetin’e dönerek:

“Nereden geliyorsunuz?”

“Tokat’tan. Az önce indim arabadan.”

“Orda ne yapıyorsunuz?”

“Tokat Emniyetinde görevliyim.”

“Ooo, maşallah. Ben sizi hala okuyor sanıyordum.”

“Çoktan bitti okul..”

“Çok iyi. Kutluyorum sizi.”

“Sağ olunuz.”

Çetin yemeğini bitirmişti. Yengeç Ali ise, moralinin bozuk ve sıkıntılı olmasına karşın yine de aç kurt gibi girişti çorbasına. İçinden de lanet okuyordu bu şanssız karşılaşmaya. Kafası allak bullak olmuştu. Şimdi ne yapacaktır? Bir yandan da onu düşünmekteydi.

“Sahi köyde ne var ne yok?”

Anlamamıştı Çetin’in sorusunu.

Onun soran gözlerle kendisine baktığını görünce:

“Hııı!” dedi.

“Köyde, diyorum. Ne var ne yok?”

“Şey, şey…” diye kekeledi. “Şey... Bilmem ki. Epeydir yoktum köyde. İzmir’deydim.”

Birden böyle bir yalan uydurduğu için rahatlamıştı.

“Yaa!..” dedi Çetin.

“Akşamdan indim kasabaya. Burada bir arkadaşımı görmem gerekiyordu. Onu gördüm.”

“Öyle mi? Sen de hoş geldin öyleyse.”

“Hoş bulduk.”

“O zaman sen de köye gidiyorsun sanırım.”

Biran duraksadı Yengeç Ali, sonra:

“Şey... Evet evet. Ben de köye gidiyorum.”

Çorbasını bitirmişti, ama doymamıştı.

Garsona seslendi:

“Bana bir çorba daha.”

“Anladım beyim,” dedi garson.

Çetin’e dönerek:

“Akşamdan da doyası bir şey yememiştim. Bayağı acıkmışım.”

“Afiyet olsun.”

Ekmekle birlikte ikinci çorba da geldi. Ona da girişti Yengeç Ali.

sonra kalktılar. Hesabı Çetin ödedi. Lokantadan çıkarlarken Yengeç Ali’nin ardındaydı. Sırt çantasına takılmış kuru ot ve meşe yaprakları dikkatini çekti. Ayakkabılarındaki ve pantolon paçalarındaki kurumuş çamur lekeleri de onun İzmir’den değil de kırsaldan geldiğinin kanıtı gibiydi. Sonra onu görünce şaşırması… Kimi sorusunu dalgın tavrıyla anlamayıp ikiletmesi, kafasında, Yengeç Ali’yle ilgili yanıtsız sorular oluşturmuştu.

Çetin kendi kendine: “Mesleğim gereği, adamın tekin çarık olmaması nedeniyle mi, kuşkucu yaklaşıyorum davranışlarına? Onun için mi ince eleyip sık dokuyorum. Bakalım, zaman içinde anlayacağız. Bu adam kesin yalan söylüyor da acaba neyi gizlemek istiyor?” diye düşündü.

Bir çayevine uğrayıp birlikte çay içtiler. Ardından, Yengeç Ali, Büyük Caminin karşısındaki bakkaldan zeytin, peynir, çay, şeker ve yağ aldı. Bakkal, bunları boş bir şeker torbasına doldurup verdi. Yengeç Ali, yakındaki, ekmek fırınından da bir kaç tane ekmek alıp onları da torbaya koydu. Sonra Çetinle birlikte, bindikleri bir piyasa taksisiyle 25 kilometre uzaklıktaki bozuk düzen köy yoluna düştüler.

Yengeç Ali, oldukça durgun ve dalgındı. Çetin’le bu umulmadık karşılaşması planlarını altüst etmişti. Garipbaba’nın soyulması olayı ortaya çıkınca belki de kuşkular kendi üzerine yoğunlaşacaktı. Şimdiden bunun kaygısını yaşamaya başladı. Yol boyunca pek az konuştular.

Akdağ’ı aşıp köye ulaşmaları 45 dakika sürmüştü. Araba caminin önünde durdu. Çetin’le Yengeç Ali indiler. Birkaç kişi vardı orada. Onları selamladılar. Yanlarına kadar gelerek hoşbeş edenler oldu, her ikisine de.

Sürücü, bagajdan Çetin’in valizini, çantasını; Yengeç Ali’nin de erzak torbasını ve sırt çantasını verdi..

Çetin arabanın sürücüsüne yol ücretini uzatarak, teşekkürler etti.

Parayı alan sürücü teşekkür edip arabasına binerek, cami önü alanında kıvrak bir manevrayla dönüş yaparak yoluna koyuldu.