Son günlerdeki gelişmelere bakıldığında:
Ülkenin hızla siyaset dışı bir alana doğru kaydığı ya da kaydırıldığı, siyasetin meşruiyet kaybı yaşadığı bir döneme dayanılmış gibi.
Özet olarak, ülke bir kaosa sürükleniyor gibi.
Ve de ne yazık ki, bugün hiçbir siyasi liderde "devlet adamı" sorumluluğu ya zaten yoktu ya da kalmamış gibi.
Çünkü:
Seçimlere yönelik faydacı bir anlayış, sağduyuyu yok etmiş.
Yapılan gizli dinlemelerden siyasi rant beklenir olmuş.
Kaosa sürüklenen bir Türkiye'nin bir Irak, bir Suriye gibi olabileceği unutulmuş.
Özellikle ülkede çözülmemiş bir "Kürt Sorunu"nun varlığı unutulur, bu kaos ortamında alacağı şekil düşünülemez olmuş.
Bölgenin yeniden dizayn edildiği, bölge haritasının yeniden oluşturulur olduğu görülemez olmuş.
Yani siyasi liderler adeta bir akıl tutulmasına yakalanmış.
Ve de öyle bir siyasi zafiyet oluşmuş ki;
-Okyanus ötesinden gelecek sesler umutla beklenir,
-Obama'nın ağzına,
-ABD Büyükelçisinin ağzına,
-Bir cemaat liderinin ağzına bakılır olunmuş.
İşte ülkedeki siyasetin genel görüntüsü budur.
Ve siyasi partilere baktığımızda:
-İçinde kin ve nefret birikmiş bir iktidar ve muhalefet...
-Konuşmalarıyla bu toplumu ne kadar gerdiklerini göremeyecek kadar körelmiş bir siyasal bakış...
-Ülkenin doğusunu, etnik ve inanç kimlikli iki siyasi partiye mahkûm etmiş ve doğuda yok olmuş bir muhalefet,,,
-Her Salı kendi grubunda; kendi çalan, kendi oynayan, kendi alkışlayan ve de bununla siyaset yaptığını sanan bir siyasi anlayış...
Bugün daha vahim olanı ise iktidar cephesinde:
-17 Aralık'tan bugüne yolsuzluk operasyonları ve ses kayıtları ile iktidar, bir yolsuzluk ve rüşvet batağına batmış.
-Ses kayıtlarının montaj olduğunu söylemek yerine aklanmak bile düşünülmemiş.
-Ortaya çıkan tabloyla ülkenin uluslararası itibarı büyük ölçüde yara almış.
-Zaten sarsılmış olan siyasete toplumsal güven tümüyle sarsılmış.
Ve acilen çıkarılan İnternet yasası, HSYK yasası ve çıkacak olan MİT yasası gibi yasalarla, otoriter bir sistem inşa edilir ya da böyle bir algı yaratılır olmuştur.
Muhalefet cephesinde:
Otoriter ve totaliter bir yapıyı inşa edecek diye ilan edilen bu yasaların oylamalarında, 20-21 ret oyu vererek siyaseten samimi olunmamıştır.
Elbette muhalefetin yolsuzluklar ve ses kayıtları üzerinden iktidarı eleştirmesi, hatta Başbakanın istifasını istemesi doğaldır ve siyasi bir görevidir.
Ancak Sayın Kılıçdaroğlu'nun özellikle gizli dinlemeler konusunda çok hassas olduğu da bilinmektedir.
Üç yıl önce "Kim veriyor bu dinleme kayıtlarını? Bunlar gizli değil mi? Bu belaltı siyaset değil mi?" diye Samanyolu TV spikerine çıkış yapmıştı.
Nitekim dinlemelere ve ses kayıtlarına dayanarak, Ergenekon ve Balyoz davalarında ordunun kurmay takımının önemli bir bölümü tasfiye edilmişti.
Buna rağmen siyasetin ses kayıtları üzerine inşa edilir oluşu, tehlikeli sonuçlar da doğurabilecektir.
Yani ileride bu tip gizli dinlemelerle, tüm siyasetlerin baskı altına alınmasına meşruiyet kazandırmış olabilecektir.
Ve de bu ülke bir korku ve paranoya toplumuna dönüşebilecektir. Zaten şu andaki görüntü de böyle gibidir.
Daha da vahimi; daha korkak, daha ürkek bir siyasi irade ve bölgedeki gelişmelere daha bir teslimiyetçi siyasi iklim oluşacaktır.
Maalesef, iktidar ve muhalefetin görüntüsü budur. Ülkenin genel fotoğrafı budur.
Söylenecek söz şudur ki:
AKP iktidarı, hem yargısal, hem siyasi, hem de toplum vicdanında aklanma yolunu tercih etmelidir.
Muhalefet ise Ecevit'in son günlerinde söylediği, "Amerika, Apo'yu bize neden verdi anlayamadım" sözünü, bugüne uyarlayarak bir sorgulamalıdır.