Araştırmacı gazeteciliği ile tüm derin yapılanmaların kimyasını bozan, tüm karanlık odakların hedefi olan, verdiği kavganın bedelini hayatıyla ödeyen cesur bir yürek.
Yani Uğur Mumcu...
24 Ocak 1993 günü arabasına konulan bir bombayla imha edilmişti. Anadolu'yu ayağa kaldırmıştı bu bomba.
O günün hükümeti DYP-SHP koalisyonuydu. Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'di.
Bu üç kişi Mumcu'nun evine gitmişler, "Cinayeti çözmemiz, devletin namus borcu'' demişlerdi.
Ama Demirel 5 ay sonra Cumhurbaşkanı olmuştu. İsmet Sezgin bakanlıktan istifa etmiş, İnönü 8 ay sonra Başbakan yardımcılığından ayrılmıştı.
Yani "Devletin namus borcu" ödenmemişti.
Bugüne kadar 12 hükümet kuruldu. 12 Başbakan, 12 İçişleri Bakanı görev yaptı. "Devletin namus borcu" yine ödenmedi.
Elbette bu ülkede öldürülen yalnız Uğur Mumcu değildi. Çok aydın öldürülmüştü bu ülkede.
Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ümit Kaftancıoğlu, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, İlhan Erdost, Necip Hablemitoğlu gibi...
Onlar ki; kurucu değerleri içinde taşıyan, 68 kuşağının rüzgârını bizzat yaşayan namuslu, dürüst, cesur, yurtsever aydınlardı.
Ama hepsi de faili meçhul oldu. Hiçbir cinayet aydınlatılmadı.
Oysaki bir toplumun en organize yapısı devlettir. İstenilirse bu cinayetler çözülebilirdi. İstenilirse bu cinayetlerin arkasındaki güç bulunabilirdi. Çözülmedi ve de bulunmadı.
"Cinayeti çözmemiz namus borcudur" diyen Demirel bugün hayattadır. Çözmedi. Namus borcunu ödemedi. En azından bir özür bile dilemedi.
Bugün tam 21 yıl oldu. 21 yılda Mumcu için çok şeyler yazıldı, çizildi.
Ve onun için:
"Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun" denildi.
* * *
Bilmem ki, bundan böyle ne söylenmelidir?
En iyisi, Uğur Mumcu'nun sözleriyle cevap verilmelidir.
İşte ondan bazı sözler:
"Yaşadığımız bu güzel memleketin hiçbir zaman 'C planı olmadı. Daima A.B.D planları oldu!" diyerek emperyalizme teslim olmuş bir Türkiye'yi çiziyordu.
"Türk vatandaşı; İsviçre hukukuna göre evlenen, Alman Ceza Usulüne göre yargılanan, İtalyan Ceza Kanununa göre cezalandırılan ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir" diyordu.
Ve Türkiye aydınına da sesleniyordu Mumcu; "Unutmayalım ki cesur bir kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir toplumda ‘mezar taşı' gibi susmamasıdır" diyordu.
"Kimi ölüler bize ne kadar yakın, yaşayanların çoğu ne kadar ölü" diyordu Mumcu.
İşte Nazım yanımızda, Sabahattin Ali yanımızda, Ahmet Arif yanımızda.
İşte Yılmaz Güney yanımızda, Ahmet Kaya yanımızda, Mahzuni yanımızda.
Onlar ki, bugün de yaşıyorlar yarın da yaşayacaklar.
Onlar ki, bugün de okunuyorlar yarın da okunacaklar.
Ve kendini aydın sanan aydınımsılara...
Ve kendini siyasetçi sanan siyasetsizlere de sesleniyordu Mumcu.
"Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar" diyordu onlar için.
Ve de aşağıdaki sözlerle, Cumhuriyetin 1945'den sonraki dönemini özetliyordu:
"Temelinde bağımsızlık harcı yatan Cumhuriyetimiz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin ahtapot kollarına teslim edilmiştir.
-Öyle bir teslimiyettir ki; yer altı zenginliklerimiz çokuluslu şirketlerin emrindedir.
-Öyle bir teslimiyettir ki; petrol, maden ve yabancı sermaye yasaları yabancı uzmanlarca hazırlanmıştır.
-Öyle bir teslimiyettir ki; ülke topraklarının bir bölümü, üs adı altında başka devletin genelkurmayına armağan edilmiştir.
-Ve öyle bir teslimiyettir ki; ordumuzun silahları, araç ve gereçleri okyanus ötesi ülkelerin buyruklarına bağlanmıştır."
Bu sözlere itiraz edenler var mıdır, bilemiyorum.
Ama bildiğimiz bir şey var ki;
-68 kuşağı bu sözler için başkaldırmıştı.
-Gençliğini bunun için feda etmişlerdi.
-İdam sehpasına bunun için gitmişlerdi.
Şimdi söyleyebilir miyiz?
Bu sözleri söyleyenler, bu sözler için hayatıyla bedel ödeyenler mi vatan haini? Yoksa onları imha eden zihniyet mi?