22 Temmuz 2011 günlü Cumhuriyet gazetesinde bir araştırma sonucu yayınlandı. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer yürütümünde, "2011 yılı Türkiye Değerler Araştırması" adı altında 54 İl ve 128 ilçede yapılmış bir araştırma.

Araştırmaya göre Orduya güven 1991 yılında % 91 iken 2011 yılında % 75 olarak görülmüş. Yani bir güven azalması oluşmuş diyor Prof. Esmer.

Aslında "Orduya güveniyor musunuz?" diye bir soru olmaması gerekir. Ama "Ordu siyasette müdahil olmalı mı?" diye bir soru olabilir.

Bu güven oranı Güneydoğu'da %43, Marmara'da %94 olarak görülmüş.

Hükümete güven ise 2001 yılında % 29 iken, 2011 yılında % 61 olmuş. Buna dayanarak Türkiye'nin sağ-sol yelpazesinde toplumun büyük ölçüde sağa kaydığı sonucunu çıkarmış Prof Esmer.

İşte burada, üzerinde durmak istediğimiz nokta Türkiye'deki sağ-sol anlayışı. Maalesef Türkiye'deki sağ-sol anlayışının batıdaki değerlerle örtüşmediğini, siyasal literatürdeki tanımıyla uyuşmadığını, sosyolojik realiteye uymadığını daha önceki yazılarımızda, yeri geldikçe belirtmiştik.

Toplumda ve günlük yaşamda çok kullanılan ve de çok iyi bilindiği sanılan bazı kavramların aslında hiç de iyi bilinmediği bir gerçektir.

Örneğin sıcaklık ve ısı nedir diye sorun, doğru cevap alamazsınız.

Cumhuriyet ve demokrasi nedir diye sorun, buna da net bir cevap alamazsınız.

Sağcılık nedir, solculuk nedir diye sorun. Yine anlaşılır ve tatmin edici bir cevap alamazsınız.

Peki, sağ-sol kavramı nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır?

Sağcılık ve solculuk kavramları, “1789 Fransız İhtilâli” sonunda ortaya çıkmıştır. İhtilâl sonunda Fransa Meclisindeki oturuş durumuna göre statüko yanlısı olanlar, kraldan ve aristokratlardan yana tavır alanlar meclisin sağında oturmuşlar. Değişim yanlısı olanlar, emek dünyasını savunanlar meclisin solunda oturmuşlar. Bu oturuş bilerek mi, bilmeyerek mi oluştu, bilemiyoruz. Sonuçta sağ, değişim karşıtlarını; sol, değişim yanlılarını temsil eder gibi bir görüntü çıkmış ortaya.

Emek mücadelesinin gelişim sürecinde, emekçilerin çıkarlarını savunanlar, sistemi emek lehine değiştirmek isteyenler siyasi literatürde solcu olarak tanımlandı. Burjuvazinin çıkarlarını savunanlar, sistemi burjuvazi adına korumak isteyenler sağcı olarak tanımlandı.

Türkiye'de ise, sağcılık-solculuk bu kavramların ve bu tanımlamaların dışına çıktı. Laiklik vurgusu yüksek, resmi ideolojiye ve Kemalist değerlere bağlı olanlar, inanç değerlerine göre Aleviler, işçi ve emekçi hakları için uğraşı verenler solcu olarak değerlendirildi.

Geleneksel kültüre dayalı, gelenek ve göreneklerine bağlılık duygusu ve muhafazakâr değerleri yüksek olanlar, bayrak, millet gibi milli duyguları yüksek sesle ifade edenler, inanç değerlerine göre Sünni halkın büyük kesimi sağcı olarak değerlendirildi.

Türkiye'de bu şekilde değerlendirilen sağcılık-solculuk kavramı, giderek inanç değerlerinin içine hapsedilir oldu. Özellikle emek-sermaye kavgasının dışına çıkarıldı. Soğuk savaş döneminde özellikle bu anlayış, yüksek derecede pompalandı.

Daha da ileri götürüldü. İnanç gruplarının birlikte olduğu illerde, ilçelerde, bölgelerde Alevi solcu, Sünni sağcı gibi bir algılama ortaya çıkarıldı. Ve bu oluşum, toplumu inanç gruplarına göre kamplaştırır oldu.

Böyle, sosyolojik gerçeği olmayan, egemen güçlerin ve emperyal politik güçlerin daha kolay kullanabileceği, gerektiğinde kolayca provoke edebileceği bir sağcılık-solculuk oluşturuldu.

Neredeyse doğduğu köye, oturduğu semte göre tanımlanan bir sağcılık-solculuk çıktı ortaya.

Irkçılığa kaymayan, yurtseverlik anlamında bir milliyetçinin solcu olamayacağı, Alevi bir iş adamının sağcı olamayacağı, sınıfsal bakışı tümüyle reddeden bir sağcılık-solculuk anlayışı yerleştirildi.

Sonuçta emeği ve emekçi toplum kesimlerini savunması gereken sol ve sosyal demokrat siyasetler, savundukları kitleden yeterli desteği alamadılar. Siyasal literatüre göre sağa destek vermemesi gereken emekçi toplum kesimi sağa destek oldular.

Şerif Mardin bunu, "Aslında Türkiye'de sağcılar solcu, solcular sağcı" diye formüle etmişti.

Sosyolojik gerçeği olmayan bu oluşumlarda, sağ ve sol adına siyaset yapanların toplumu daha kolay kazanabilme istekleri, böyle bir sonucu doğuran önemli bir unsur oldu. İnanç değerlerine dayanarak kullanılan politik söylemler, böyle bir sonucu olabildiğince besledi.

Sonuçta inancın ön plana çıkarılmış olması, inanç temelli siyasetlerin büyümesine yol açtı.

Kaldı ki bu tip siyasal kamplaşma, emperyalizmin kullanacağı bir siyasal ortam yaratmakta, Çorum, Maraş, Sivas olaylarındaki gibi çok tehlikeli oluşumlara yol açmaktadır.

Yapılması gereken, toplumun inanç temeline indirilmiş sağ-sol anlayışını değiştirmek, sosyolojik değerlerine dönüştürmektir. Bu görev ise, öncelikle sol ve sosyal demokrat siyasetlere düşmektedir.

Sosyolojik temellerine oturtulmuş bir sağ-sol anlayışı, toplamdaki inanç ve etnik kimlikleri siyasal alandan uzaklaştıracak, inanç ve etnik yarılmaları önleyecektir.

Ve işte o zaman siyasetler kendi sosyal tabanı ile buluşabilecektir.