Dünyanın dört bir tarafından gelen çocukların Türkçe sözlü müzikle sahneye çıkması bizleri heyecanlandırdı. Geçmiş yıllardan farklı olarak birden çok şehirde aynı etkinlik yapıldı. Yağmurlu havaya aldırış etmeden binlerce insan onları büyük bir zevkle dinledi. Farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden gelen çocukları televizyon kanallarının yanı sıra canlı olarak izlemek bizleri mutlu etti. Onları izlemeye gidenlerin ortak kanısı onların Türkçeyi bizden daha düzgün olarak konuştuklarıydı.

Birileri Türkçe konuşmak için çaba gösteriyor. Onlar Türkçe müzikle, halk oyunları ile takdir topluyorlar. Buraya kadar anlaşılmayan bir şey yok. İzleyiciler sokağa çıktıklarında neler hissettiler? Satın aldıkları ürünlerin, onları satan dükkanların adlarını öğrendiklerinde neleri düşündüler? Sözün özü bu konuyu onlara anımsatan oldu mu?

Bir ülke düşünün ki ülkenin yanı sıra kendi geleceklerini kuracak gençlerine kendi dillerinde değil yabancı dilde eğitim veriyor! Şu anda geçerli olan Anayasa hükmünü yok sayıyor! Kreşlerden başlayarak tüm eğitim kurumlarında yabancı dilde eğitim baskın geliyor. Bazı liselerde, üniversitelerde yabancı dilde(İngilizce) eğitim veriliyor.

Üniversite eğitimini de tamamlayan genç, sonunda hayata atılıyor. Yıllardır yabancı dilde eğitim aldığından dolayı kendi dilinde konuşulanları zor anlıyor. Ana dilinde konuşurken zorlanıyor. Sonuçta o dili konuşanlar onun için ilkel insanlar oluyor. Bir an önce yurt dışına gidebilmek için her şeyi göze alıyor.

Türkçe olimpiyatlarını düzenleyenler, o çocukları dinlemekten zevk alanlar bu konuda neler düşünüyorlar o kadarını bilemiyorum.

Dil konusunda yapılan yanlışlar birkaç tane olsa görmezden geleceğim. Yetmişli yılları anımsayanlar bilir. Yabancı sözcüklerin kullanılması yerine Türkçe karşılıklar bulunuyordu. Aslına bakılırsa iyi şeyler yapılmış. Bu gün kompüter yerine bilgisayar sözcüğünü kullanıyoruz. Bunun gibi sayısız örnek olmasına karşın kimse bundan rahatsız olmuyor.

Aynı dönemde bu uygulamayı savunanların yanı sıra karşı çıkanlar da vardı. Karşı çıkanlar ise farklı yönden saldırmaya başladılar. Çalışmaları yürüten Türk Dil Kurumu’nu küçük düşürmek için yalana başvurdular Kendi ifadeleriyle sözcük uydurmaya başladılar: Ulusal dütdürü (İstiklal Marşı), göksel avrat (hostes)…

Gün geldi bu sorunun çözümü bulundu. On iki Eylül darbesiyle birlikte Türk Dil Kurumunun ve Türk Tarih Kurumunun yapısında önemli ölçüde değişiklikler yapıldı.

Son yıllarda İngilizceye duyulan hayranlığın benzeri daha önceki yıllarda başka dillere duyuluyordu.  Önceleri Almanca ve Fransızca gözdeydi. Yurtdışına işçi olarak gidenler (Almancılar) kaplumbağa örneğinde olduğu gibi bizleri, bizim konuştuğumuz dili küçümsüyorlardı.

Tarihte yolculuğumuza devam edelim. Yirminci yüz yılın başlarında Fransızca gözdeydi. Avrupa görmüş,  okumuş adamlar çevresindekileri küçümseyebilmek için konuşmalarında Fransızca sözcükleri kullanmaya özen gösteriyorlardı. Sonradan öğrenme olduklarından konuşabildikleri sözcük sayısı sınırlı kalıyordu. Avrupa’yı yere göğe sığdıramıyorlardı.

Geriye doğru yolculuğumuza devam edecek olursak Osmanlı döneminde Arapça Farsça konuşmak modaydı.  Adına Osmanlıca denilen farklı dillerden alınma dil kurallarıyla, sözcükleriyle yeni bir dil ortaya çıkmıştı. Dünyada benzer örnekleri var mı o kadarını bilemiyorum. Ülkeyi yönetenler farklı, ülkede yönetilenler farklı bir dil konuşuyordu.

Yolculuğumuza devam edelim. Selçuklular dağılıp Anadolu’da küçük beylikler oluştuğunda neler yaşandı? Karamanoğlu Mehmet Bey neden “Divanda dergahta, alemde bergahta Türkçeden başka dil konuşulmaya!” diye buyruk çıkarmak zorunda kaldı. O buyrukta hangi yanlış vardı; amacına ulaşmadı? Dünyanın hangi ülkesinde insanlar kendi dillerini konuşmaktan rahatsızlık duyar?

Farklı kıtalarda, farklı ülkelerin bazı okullarında çocuklar Türkçe eğitim alabilir. Türkçeyi bütün kurallarıyla öğrenebilir, dilimizi kusursuz olarak konuşabilirler. Yeri zamanı geldiğinde hangi dili konuşacaklarına bizler değil, onlar karar verirler. Başka ülkelerin çocuklarının Türkçe konuşmalarından gurur duyabiliriz.

Yeri gelmişken mutlaka sorulması gereken bir soru var: Onlar okullarında Türkçe eğitim yaparken bizler neden İngilizce eğitim yapmakta ısrar ederiz?

Günlük yaşantımızı sürdürebilmek için kaç tane dil öğrenmek zorundayız? Sağlımızı ilgilendiren konularda kullandığımız ilacın reçetesini okumakta, anlamakta zorluk çekiyoruz. Yasal haklarımızın, yasal sorumluluklarımızın neler olduğunu öğrenmek istediğimizde yine dil sorunu gündeme geliyor.

Türkçe olimpiyatlarında yaşanan çabanın birazı Türkçe konuşması gerekenlerin konuşması için harcansa bir şeyler değişmeye başlar.

Türkçe, konuşulması zor, anlaşılmaz bir dil değildir.