Geçen hafta yazdığımız “Duvarda Çivili Kertenkele” yazımıza gelen olumlu görüşlerinizden dolayı bu hafta da tanıdığım iki kişi hakkındaki yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

TORNACI İSMET EKİZ
İsmet ustayı 26 sene kadar önce Gaziantep’te tanıdım.
Çimento fabrikasındaki torna ustalığından emekli olmuş, Gaziantep bayiimizin yanında çalışıyor, yazıhaneye ve müşteri telefonlarına bakıyordu.
Bayiimiz:
- İlhan Amca kusura bakma, bugün yapmam gereken önemli bir işim var, 3 saat kadar sürer. İsmet usta güzel çay demliyor.
Sen de çayı seviyorsun. Ben gelinceye kadar çayınızı içip, sohbetinizi yapın, dedi gitti.
Biz bir taraftan çayımızı içtik, bir taraftan dereden tepeden, emeklilikten konuştuk.
Çok önemli bulduğum bir olayı İsmet usta şöyle anlattı:
- Ben fabrikada çalışırken, arkadaşlar bana kızıyorlar, çok çalıştığımı hızlı çalıştığımı, kendilerini amirlere karşı zor duruma bıraktığımı söylüyorlardı. Ben de aldığım parayı helâl ettiriyorum diye, gönül rahatlığı içinde emekli oldum. Hafta geçmedi, torna atölyesi olan komşumuz gençler vardı. Bana ‘’İsmet usta, yeni iş aldık, zaman darlığı var. Tornalardan birinin adamı yok. Şunu sen çalıştırırsan işi zamanında yetiştiririz, sen de ek kazanç elde edersin’’ dediler. Kabul ettim. Ertesi gün iş başı yaptım.
Karşımda benim çalıştığım tezgâhın eşi tezgâhta askerlik yaşı gelmemiş bir çocuk çalışıyordu. Aynı malzemeleri torna ediyorduk. Akşam oldu bir de baktım; ben çocuğun yarısı kadar iş yapmışım.
Ertesi gün çocuğa yetişmek için uğraştım. Kan ter içinde akşamı ettim. Önceki günden fazla iş yapmıştım. Ama gene de karşımdaki çocuktan çok gerideydim.
Haftayı bütün gayretlerime rağmen çocuğa yetişemeyerek tamamladım. Hastalık bahane ederek işten ayrıldım.
Olan olmuştu ama üç şey kafamda takılı kaldı: Birincisi İsmet usta hızlılığını kaybedip, bir çocuğa yenik İsmet usta oldum.
İkincisi kazancımın helâlliği konusunda şüpheye düştüm.
Üçüncüsü de özel sektörle devlet sektörü arasında bu kadar hız ve verimlilik farkı olduğunu, emekli olduktan sonra öğrendim.
İşte bu üç şeye yanıyorum. Diyerek sözünü bitirdi.
Takdir sayın okuyucularımındır...

AHMET OKUÖZ
Soyadı gibi sağlam doğru yönlü bir adam !...
94 yaşında, hasta, yataktan kalkamaz durumda olduğunu duydum.
Kırıkkale’de kalıyor. Ziyaretine gittim. Kuzen oluyoruz. Ben doğmadan ölmüş olan halamın oğlu...
Kendisine ihtiyacı olup olmadığını, ailemizin büyüğü olduğunu, bize düşen görevin olup olmadığını sordum. Kesin net bir cevap verdi.
- Hiçbir eksiğim de yok, ihtiyacım da yok. Allah’a çok şükür her şeyim de var. “Oğlan dayıya kız halaya çeker” derler.
Rahmetli babam da başkalarının işini görür, kimseden isteği olmazdı.
Ahmet ağabeyi önce bayramlarda gelen tebrik kartları ile tanıdım. Cevap göndermek bana düşerdi
“Ahmet Okuöz;
Yeni Top Fabrikası Boya Postası
KIRIKKALE
Adresine küçük zarflara kartvizit büyüklüğündeki tebrikleri, beş kuruşluk pul yapıştırarak gönderirdim.
İsmi geçtiğinde Çorum’da yaşayan kardeşi Deli Hakkı ile büyüğümüz hanımlar tarafından mukayese edilir, çocukluğu için çok iyi şeyler söylenirdi.
Kıtlık yıllarında evde yapılan yufka ekmeklerden dürüm yapılırdı. Dürümün içine konabilecek çökelek v.s. gibi şeyler son derece kıttı.
Ahmet Ağabey:
- Benim dürümün ilk lokması ile son lokmasında katık olsun. Ortası boş olsa da olur dermiş.
Yaşlı hanım akrabalarımızın; isminin her geçtiğinde ortası boş dürüm meselesini anlattıklarını hatırlarım.
İş yerinde dindarlığı, doğruluğu, iyi çalışması ile ün yapmıştı.
Öğle paydoslarında normal iş başı saatinden 15 dakika önce çalışmaya başladığını, ikindi ezanı okununca bu on beş dakikayı namaz kılmada kullandığını söylerlerdi.
Emekli olma zamanı gelmişti. Fabrikada işlemler tamamlanıyor, arkadaşlarına veda ediyor, fabrikadan ayrılacak. Çıkış kapısına üç adım kala fabrikaya yüzünü dönüp, adımlarını geri geri atarak çıkıyor. Çıkışta, eğilip fabrika kapısının eşiğini öpüyor.
Onun bu çabasını fabrikanın yetkililerinden birisi penceresinden görüyor. Odasına çağırtıyor.
- Sen fabrika çıkışında anormal hareketlerde bulundun. Ne yapıyordun?
- Efendim bu gün emekli oldum. Fabrikadan ayrılıyorum. İşe başladığımda fakir bir işçi idim. Allah Devletin taşına toprağına bereket versin. Buradan kazandığım para ile ev sahibi oldum. Çocuklarımı yetiştirdim, evlendirdim. Kendi ihtiyacımdan başka kiraya verip gelir sağladığım dairem var, emekli maaşım da oldu. Minnetimi, fabrikaya yüzümü dönerek çıkmak ve kapısının eşiğini öperek belirtmek istedim.
- Arkadaş emekliliğin hayırlı olsun. Sana lâyık bir şey yapamayacağım kadar büyük adamsın sen. Küçük bir ikramda bulunup, seni arabamla evine göndermek isterim diyor ve gönderiyor.
Bu olay Tariş’in tezgâhlarının işçileri tarafından parçalandığı senelere rastlıyor.
İki olay arasında fark mı var? Bana mı öyle geliyor?
Takdir yine okuyucularımındır...
En güzel günler sizlerin olsun…