Önce son aylara ve son günlere bir bakalım:
-10 Ekim 2015 Cumartesi günü Ankara'da Gar önünde canlı bomba ve 103 ölü, 238 yaralı...
-12 Ocak 2016 Salı günü Sultanahmet Meydanı'nda canlı bomba ve 11 ölü, 15 yaralı...
-17 Şubat 2016 Çarşamba günü Kızılay'da Komutanlıklar ve askeri lojmanların bulunduğu Devlet Mahallesi'nde canlı bomba ve 29 ölü, 61 yaralı...
-13 Mart 2016 Pazar günü Kızılay Güven Park'ta canlı bomba ve 37 ölü, 125 yaralı...
-Ve 2 gün önce, yani 19 Mart 2016 Cumartesi günü İstanbul Taksim İstiklal Caddesi'nde canlı bomba ve 5 ölü, 36 yaralı...
Ve diğerleri...
Adeta hava raporu gibi...
***
Peki, ne oldu bu topluma?
-Şiddet toplumu olduk, toplu ölümlere alıştık.
-30 yıldır olduğu gibi yine ağıt yakmaya, yine cenaze törenlerine alıştırıldık. Sonuçta toplum olarak şiddet ve terörle birlikte yaşamaya alıştırıldık. Öyle ki, küçük toplumsal olayları, ölüsü az olan küçük saldırıları duymaz ya da umursamaz olduk. Peki, biz ne yaptık?
-Her katliam sonucu siyasi kınama mesajları yayınladık.
-Her bombalama sonucu birlik ve beraberlik çağrısında bulunduk.
-Hiçbirinin kam yerde kalmayacak, hesabı sorulacak dedik.
-Ve ocağına ateş düşenlerin duygularını, acılarını siyasi bir malzeme olarak kullanır olduk. Yani bir ölçüde sahte gözyaşları döker olduk.
***
Ve daha da vahimi, ne toplum ne siyaset ne birey olarak bizler:
-Giderek uzaklaşan, sonuçta şiddet kusan toplumsal ayrılık ne olacak diyemedik.
-40 yaş altındaki neslin bir savaş iklimi içinde yetiştiğini; bu neslin, doğunun batıya, batının doğuya nefreti ile büyüdüğünü göremedik.
-Ülkede büyük bir duygusal bölünmüşlük yaşanırken, bu bölünmüşlüğü giderecek hiçbir politika üretemedik.
-Duygusal bölünmüşlüğün, bir ülkede "üniter devlet" yapısını fiilen yok edeceğini anlayamadık.
-Ve bu ülkede iktidara talip olan partilerin, neden doğuda yok olduğunu soramadık.
Özet olarak doğudan nefret eden bir batı, batıdan nefret eden bir doğu yarattık.
***
Ve bugün son gelişmeler Türkiye'yi Ortadoğu'nun içine çekmekte, uygulanan politikalar da bu çekilmeyi güçlendirmektedir.
-Öyle ki, Türkiye'nin batısı kendi çocuklarına, doğusu kendi çocuklarına ağlarken...
-Türkiye'nin doğusu batıya, batısı doğuya nefret kusarken...
-Şiddet, canlı bombalarla bir katliama dönüşürken...
Sanki büyük bir iç savaşın taşları döşenmekte ve toplumsal refleks buna yönlendirilmektedir.
***
Elbette bu gidişe bir dur denmelidir.
Ama önce bu gidişin kaynağı görülmeli, nefret dili terkedilmelidir.
Siyaset cesur olmalı ve terör ya da şiddeti yaratan sosyolojik realite ciddi olarak sorgulanmalıdır.
Adına ister şiddet diyelim ister terör diyelim, bu gidişin kaynağı, bu gidişin arkasındaki iradenin kaynağı, artık geri dönüşü olmayan etnik yarılma olduğu bilinmelidir.
Özellikle 7 Haziran seçiminden sonra, şiddetin birden büyümesi ve kentlere yayılır olmasının gerçek nedeni de bir sorulmalıdır.
Canlı bombalarla kentlere taşınan şiddetin daha da büyüdüğü, iktidarın uyguladığı politikalarla ülkenin daha da kaosa girdiği...
Ve emperyal güçlerin, Türkiye'yi Ortadoğu politikalarının içine daha da çeker olduğu görülmelidir.
Çünkü Türkiye'nin inanç ve etnik yapısı, yani genel olarak sosyolojik yapısı buna müsaittir.
Herhalde öncelikle bunları görebilecek ve bir çıkış bulabilecek güçlü bir siyasi akla ihtiyaç vardır. "O da bizde yoktur" demeyelim, dersek çok ayıp olur.