Tarikat mensubu olan ama bu tür konuları başkalarıyla (özellikle benimle) konuşup, tartışmaktan özenle kaçınan bir dostumun bürosunda, tatlı tatlı söyleşirken; o ana dek tanışıklığım olmayan bir kişi geldi, o da katıldı söyleşimize.

Bir süre sonra da; “Uzun süredir, sizinle tanışıp, sohbet etmeyi çok istiyordum; kısmet bugüneymiş” deyip; bir iki samimiyetsiz iltifatın(!) ardından; kindar sorusunu patlattı.

“Nedir sizin tarikatlarla alıp veremediğiniz?”

Canım sıkıldı.

Vereceğim yanıtlarla, konuğu olduğum büro sahibi dostumu incitebileceğim düşüncesiyle; bir süre, yanıt verip vermeme konusunda tereddüt ettim.

Sonra, “Böyle bir ortamda, bu tür konuları konuşmam ve tartışmam ama konuyu fazla uzatmamak kaydıyla, bir karşı soruyla konuya girip, merakınızı(!) gidereyim…” dedim ve sordum.

“Türkiye’de kaç tarikat ve cemaat var, biliyor musun?

Düşündü ve salladı, “10 – 15 kadar!”

Güldüm…

“Sözümü kesmemeniz kaydıyla, ben söyleyeyim. Sonra da izninizle, hemen ayrılacağım, çünkü başka bir randevum var…” dedim ve (huzursuz bir dille) anlatmaya başladım.

“…Ülkemizde, 30’un üzerinde tarikat ve cemaat var; ayrıca bu tarikatların da aktif(!) olarak çalışan 400’ün üzerinde kolu var.

Sadece, İstanbul’da, ‘445 tekke’, var.

Çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere; Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa’da ‘800’ün üzerinde medrese’ faaliyet gösteriyor.

Bir de ‘apartman medreseleri’ var.

Büyük şehirlerde kaç ‘apartman medresesinin’ faaliyette olduğu tam olarak saptanamıyor.

Tarikat okullarındaki öğrenci sayısı 210 bin dolaylarında.

4 binin üzerindeki özel yurdun, 2 bin 480’i sadece tek bir tarikatla bağlantılı.

Tarikatlara bağlı yurtların kapasitesinin 380 bin civarına olduğu ileri sürülüyor. Bu yurtlarda kalan öğrenci sayısının da 225 bin olduğu söyleniyor.

(…)

Şimdi ben sana, ‘tarikat nedir’ desem; sen, ‘yol’ diyecek ve ekleyeceksin; ‘Tanrı’ya ulaşmanın yolu…”

“Evet” dedi; “Öyle diyor, öyle düşünüyor, ona inanıyorum…”

… …

Konuğu olduğum büronun sahibi dostumu kırmamak açısından; söyleşiyi o noktada bitirip, kalkmak istedim; ikisi bir olup, izin vermediler…

Devam etmek zorunda kaldım.

“İşte ayrı düştüğümüz nokta bu. Siz, tarikatları, ‘Tanrı’ya ulaşmanın yolu, olarak görüyorsunuz; ben ise tarikatları, ‘Yüce İslam Dinini ve de ülkemizi, bölüp, parçalamaya yönelik araçlar olarak görüyorum… Nitekim de bunun kanıtlarını, yaşadık, yaşıyor ve görüyoruz.

Hiç düşünüyor musun; bu tarikatlar neden devlet kademelerine, özellikle orduya, yargıya ve eğitime sızmak istiyor?

??!!...

(…)

Tarikatlar, hiçbir şey üretmeden, dini istismar ederek, saf insanları kullanarak, onların sırtlarından geçinen uyanıkların oluşturduğu sözde dinsel(!) örgütlerdir.

(…)

Şimdi bu noktada sana bir başka soru sormak istiyorum, Sen Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’i okudun mu?”

Belli etmemeye çalışıyordu ama huzursuz olmuş, sinirlenmişti.

“Elbette…”dedi, “Elbette okudum…”

“Peki, Kuran’da, tarikat ve cemaatlere yer var mı?” dedim.

Şaşırmıştı… Bocalamaya, sinir kat sayısı artmaya başladı.

“Var…” dedi, “Var elbette!...”

“Nerede?” dedim; “Nerede, hangi ayette, hangi surede yazar ya da yazıyor?”

Sustu, yutkundu…

Gülmek istedi, beceremedi. Kalkmak istedi, kalkamadı…

Boş boş bakmaya başladı.

“Enam Suresi’ni biliyor musun?” dedim; “Ne der, ne yazar o surenin 153. ayetinde? Ve onunla irtibatlı 151 ve 152. ayetlerde?”

!!??...

“Tamam!” dedi, “Kapatalım bu konuyu… Tartışmak istemiyorum!”

“Hayır!” dedim, “Tartışalım. Tartışalım, çünkü sen sağda solda Haboğlu’na bir soru sordum, yanıt veremedi, dersin sonra.”

!!??...

153. ayette şöyle buyurur Tanrı.

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara sapmayın. Sonra saptığınız o başka yollar, bana ulaşma yolundan ayırır sizi.”

!!??...

“Enam suresinin 153. ayeti, 151. ve 152. ayetle irtibatlıdır. Tanrı, 151. ve 152. ayetlerde, insana şu tavsiyelerde (emir ve yasaklarda) bulunmaktadır…” deyip; bu gergin tartışmanın sonunu getirecektim ki; arkadaş;

“Tamam” dedi, “Tartışmayı uzatmak istemiyorum… Bu konuda beni ikna edemezsiniz…”

“Doğru…” dedim; “Ne seni, ne senin gibi düşünenleri ikna etmem(iz) mümkün değil… Mümkün olsa bu durumda olmazdık zaten…

Dinimizi de, ülkemizi de, kendinizi de (ve de bizleri de) bozuk para gibi harcıyorsunuz… Din bu değil.”

Yanıt vermedi.

Tokalaşıp, vedalaşıp, ayrıldık.