Sanırım en çok sorgulanması ve de üzerinde düşünülmesi gereken bir konu, Arap dünyasında neler olduğudur.

Tunus'ta başlatılan hareket, dalgalanarak sınırımıza kadar geldi. Nerede duracağı da pek belli değil...

Önce tabandan gelen bir halk hareketi gibi yansıdı. Diktatörlüklere karşı yıllarca öfkesi birikmiş halkın, doğal bir başkaldırısı gibi algılandı. Bu nedenle iyimser de düşünüldü. İyimser de düşündük...

Sonra arkasında başta ABD olmak üzere Avrupa'nın olduğu görüldü. Yani halkın doğal öfkesi emperyal güçlerin politik amaçlarına göre yönlendirilir oldu. Ve de halk bizzat batılı emperyal güçler tarafından silahlandırılır oldu. Libya bunun en görünür örneği olmuştu.

Peki, neden Tunus'ta 17 Aralık 2010 günü bir gencin kendini yakmasıyla başlayan bu hareket, birdenbire Arap dünyasını sarar oldu?

Arap halkları açısından:

-Özellikle Batı dünyasında "Arap Baharı" diye sunulan bu halk hareketi, öncelikle halkın birikmiş öfkesinin siyasete yansımasıydı.

-Yıllarca otoriter bir yönetimle halktan kopmuş, eskimiş yönetim anlayışının bir ölçüde değiştirilmesi ve ülkede demokratik düzene geçilmesiydi.

Batılı emperyal güçler açısından ise:

-Sosyalist sistemin dağılması, iki kutuplu dünyanın yok olması; dünyanın yeniden paylaşılmasını, özellikle Arap dünyasına ve petrol bölgesine yeni bir düzen verilmesini gündeme getirmişti.

-Sosyalist sisteme karşı refleksi yükseltilmiş İslamcı hareketlerin İslâm'ı, Batı karşıtlığı bir ideolojiye dönüştürebilir endişesi, Batılı emperyalistleri yeni arayışlara yöneltti.

-Anti-Batıcı bir çizgiye girebilir endişesiyle radikal İslamcı hareketler kontrol altına alınmalıydı. İktidar özlemi duyan bu hareketlere iktidar imkânı tanınmalıydı! Uluslararası siyasi arenaya çıkarılmalı ve Batıya duyulan İslamcı tepki zayıflatılmalıydı.

Bu nedenlerle El-Kaide gibi kontrolden çıkan hareketler imha edilirken, özellikle Arap dünyası yeniden dizayn edilmeye başlandı.

Ve "Büyük Ortadoğu Projesi" diye tanımlanan BOP, adım adım hayata geçirilir oldu. Batı tarafından "Arap Baharı" diye sunulan bu halk hareketi, Tunus'un silkelenmesiyle başlatıldı. Ve bugün sınırımıza kadar dayandı.

Sonuçta sınırımıza dayanmış bu hareketin Suriye'deki gelişmeleri, Türkiye'yi içine çeker oldu.

Elbette Türkiye, Suriye'deki gelişmelere tümden ilgisiz kalamazdı. Ama savaş çığırtkanlığı yapmamak koşuluyla...

Oysaki Suriye'deki gelişmeler, Batının kontrolünde ve de özellikle ABD kontrolünde gelişen hareketti.

Soğuk savaş döneminde Sovyetlere daha yakın duran Irak, Libya halledilmişti. Sıra Arap milliyetçiliğinin doğum yeri olan Suriye'de idi. Bunu hem Suriye yönetimi hem Türkiye hem de diğer bölge devletleri bekler olmuştu.

Ve Suriye yönetimi ile sarmaş-dolaş olan Türkiye yönetimi, birden bire Suriye karşıtı oldu. Batının Suriye'deki projesine taşeronluk yapar gibi bir görüntü oluştu.

Bu nedenle Türkiye siyasetinin muhalefet kanadı ve toplumun büyük bir kesimi, iktidarın Suriye konusundaki tutumuna kuşkuyla bakar oldu.

Kasım 2011'de Türk elçiliğine yapılan saldırı, 22 Haziran 2012'de düşürülen uçak ve şehit olan iki pilot olayı, sanki Türkiye'nin Suriye'ye müdahale etmesi için gerekli koşulların hazırlığı idi.

ABD'nin Afganistan ve Irak'ı doğrudan işgali, Libya'ya yapılan askeri müdahale ve Libya'nın yerle bir edilmesi, bölgede yani Arap halklarında ABD karşıtlığını yükseltmişti.

Bu nedenle ABD ve Batılı güçler tarafından, Suriye konusunda Türkiye kullanılmak isteniyor gibi bir görüntü ve de algı oluştu.

İşte Türkiye siyasetinin muhalefet kanadını haklı olarak endişelendiren durum, bu algıdır. Ve de muhalefet bu endişesinde haklıdır.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton'ın ve ABD'li yetkililerin, arkanızdayız gibi Türkiye'yi pohpohlayan ifadeleri, bu endişeyi haklı olarak beslemektedir.

Bölünebilme gibi bir tehlikeyi yaşayan Türkiye'nin, Suriye ile gerginliğin tırmanması ve savaş çığırtkanlı yapılması, adeta Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına çeken bir olgudur.

Kaldı ki bu gelişmelerde, iktidar ve muhalefet düşünce ve eylem birliği yapmamıştır, yapamamıştır. İktidar, muhalefeti yeteri kadar ikna etmemiştir, edememiştir.

Unutulmamalıdır ki, Osmanlıyı üç paşa "Birinci Dünya Savaşı"na sokarak bitirmiştir. Türkiye'nin böyle bir serüven yaşamasının nelere mal olacağını ise kestirmek zordur.

Bu devlet, koca bir imparatorluğun kalıntıları üzerine büyük bedeller ödenerek kurulmuştur. Ve bu ülkenin yeni bir maceraya ihtiyacı yoktur.

Özellikle ne okyanus ötesinin ne de Edirne ötesinin taşeronluğuna ise, hiç ihtiyacı yoktur.

Ve de özellikle Suriye'deki gelişmelerin, komşu ülkeleri de tetikleyeceği asla unutulmamalıdır.