Sosyal demokrasiyi hayata geçirmesi gereken sosyal demokrat siyasetler, Ecevit dönemi dışında toplumdan yeteri kadar destek alamamıştır.

Ve bugüne kadar bunun sağlıklı bir analizi de yapılmamıştır.

Elbette Türkiye'de sosyal demokrat siyasetin Batı’daki gibi sınıfsal bir geçmişi yoktur. Sınıfsal bir kavganın içinden doğmamıştır; kurucu değerlerin temel ilkeleri olan "bağımsızlık", "laiklik" ve "cumhuriyet" vurguları üzerinde inşa edilmiştir.

Özellikle 1960"lı yıllarda, TİP'nin sosyalist programının tetikler olmasıyla da "ortanın solu" olarak emek dünyasında hayat bulmaya çalışılmıştır.

Ve de sosyal demokrasi ile örtüşebilecek ilk süreç, "ortanın solu" olarak ilk siyasal kulvar tercihi İnönü ile başlamış, 70'li yıllarda Ecevit ile kitlelere ulaşır olmuştur.

Ama 12 Eylül darbesiyle ülkenin ekonomik yapısı ve siyasal otoritesi, Batı sistemine daha da teslim edilerek önü kesilmiştir.

***

Elbette sosyal demokrat siyaseti temsil eden siyasetlerin de eksiği olmuştur.

-Öncelikle 12 Eylül darbesiyle uyanan kimliklere uzak kalınmıştır. Giderek halk desteği erimiş, Kürt ve muhafazakâr kesim büyük ölçüde kaybedilmiştir.

-İçinde bir demokrasi kültürü yaşadığı halde ülke sorunlarının çözümü, demokrasi kültürünü yaşamayan siyasetlerden beklenir olmuştur.

-Ve de Cumhuriyet tarihinin iki yumuşak karnı olan Laiklik ve Kürt sorunu konusunda, bir türlü kendisini ifade edememiştir.

-Daha da önemlisi, Sosyal demokrat ve genelde sol siyasetlerin ana omurgasını oluşturması gereken emekçi kesimden yeterli destek alınamamıştır.

Galiba bunun nedeni, gerçek bir "sosyal demokrat" kimlik oluşturulamamasıdır diyebiliriz.

**

Elbette bugün sosyal demokrat kimliği temsil eder görünen büyük güç CHP'dir.

İşte bu nedenle, 3 Şubat'ta yapılan 36'ncı Kurultay sonucunda yayınlanan 17 maddelik bildiri önemlidir.

Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Emre Kongar'ın dediği gibi, arada kaynar gibi olan bu 17 maddelik bildiri, gerçek bir sosyal demokrat kimliğin manifestosuna dönüşebilir.

-Ve de 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimindeki Ekmeleddin faciası gibi yeni bir siyasal facia yaşanmayabilir.

Elbette bu 17 maddelik bildiride eleştirilebilecek noktalar da vardır.

-Nitekim giriş kısmında "...(1923-2002) yılları arasında (...) içerde ve dışarda saygın ve güçlü bir ülke konumuna gelinmişti" diyerek 12 Eylül 1980 darbesi sanki aklanır olmuştur.

-16 Nisan 2017 Başkanlık Sistemi referandum sonucunu AYM'ne götürmeyip, bir ölçüde meşruiyet kazandıran bir anlayışın "Tek adam rejimine son verilecek ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilecektir" ifadesi pek de inandırıcı olmamıştır.

-"Bir taraftan "kontrollü darbe" deyip, diğer taraftan "15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunan FETO'nün siyasi ayağı kesinlikle ortaya çıkarılacaktır" sözü ise bulanık bir ifade olmuştur.

***

Şu da bilinmelidir ki:

Atatürk ve İslam vurgusu üzerine oturtulan siyasal ve toplumsal kamplaşma, daha çok geleneksel değerlerden beslenen muhafazakâr siyasetlerin lehine toplumsal bir destek yaratmıştır.

Oysaki bu iki değer, bu toplumun ortak değerleridir. Bu iki değeri tekeline almak, değişimi isteyen siyasetlerden daha çok tutucu siyasetlerin yararına olmuştur.

Herhalde siyasi merkezlerce uzun yıllar kenarda tutulan ve göz ardı edilen kitlelerin sosyal demokrat siyasetlerin (CHP) dışında kalır oluşu tesadüf olmasa gerek...

***

Bugün bir gerçeğin de altını çizmek gerekir ki:

HDP, bir Türkiye partisi olamadı ya da olmadı diye sorgulanırken...

Türkiye'nin doğusunda yok olmuş diyebileceğimiz partiler, muhafazakâr kentlerde yok olma süreci yaşayan partiler, ülke genelinde 30'dan fazla ilde bir milletvekili bile çıkaramamış partiler ve de bölünme tehlikesini en çok dillendiren partiler de kendini bir sorgulayabilmelidir.

Özellikle CHP, kendini ciddi ciddi sorgulayabilmeli ve nedenlerini bulabilmelidir.

Ve de eğer iktidara gelinmek isteniyor ise yapılması gereken:

Genelde sosyal ve demokratik bir hukuk devletinin çerçevesini çizen bu 17 maddelik bildiri okunmalı, içselleştirilmeli ve de arkasında durularak bir çalışma programına dönüştürülmelidir.