Türkiye'de sosyal demokrasi batıdaki gibi tarihsel bir süreç yaşayarak oluşmadı. Sosyal Demokrasi batıda kapitalizme karşı verilen uzun süreli bir sınıf mücadelesinin içinde gelişti.

19. yüzyıl boyunca kapitalizmin baskı, zulüm ve acımasızca sömürüsüne karşı işçi sınıflımı önderliğinde emekçilerin mücadelesi yükseldi.

İlk olarak 28 Eylül 1864’de Londra'da "Uluslararası İşçi Birliği" kuruldu. Adına Enternasyonal denildi. Amacı dünya işçilerini sınıf temelinde birleştirmek ve burjuvazinin elinden iktidarı almaktı.

Siyasi literatürde "SOL" olarak tanımlanan bu mücadelede, süreç içinde düşünce farklılıkları yoğunlaştı. Sonuçta solda ilk bölünme 1914 yılında Fransa'da 2.Enternasyonal’de ortaya çıktı

Sosyal Demokratlarla, Marksistler yollarını ayırdı. Marksist hareket burjuva sınıfının sahip olduğu üretim araçlarına el koyup kapitalizmi tasfiye ederek Sosyalist sistemi inşa etmeyi hedeflerken Sosyal Demokrat hareket Sosyal Demokrasiyi savundu.

Marksist hareket gerektiğinde zoru bir seçenek olarak kabul ederken Sosyal Demokrasi daha çok reformcu yolu tercih etti.

O halde reformcu bir hareket olan Sosyal Demokrasi nedir?

- Sosyal Demokrasi, kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri sistem içinde kabul edilebilir bir düzeye indirmeyi amaçlayan siyasal bir ideolojidir

- Sosyal Demokrasi, emekçilerle öteki sınıfların çıkarları arasında, demokratik özgürlükler ortamında siyasal ve ekonomik yapıyı kısmen değiştirerek adil bir denge kurmayı amaçlayan siyasal ve ideolojik bir kitle hareketidir.

Özet olarak Sosyal Demokrasi, sistemi değiştirmeden emekçiler lehine yumuşatan reformcu siyasal ve ekonomik bir harekettir.

Yazının başında belirttiğimiz gibi Sosyal Demokrasi ülkemizde Avrupa'daki süreci yaşamadan gündeme geldi.

Türkiye siyasetinde ilk kez 1965 seçimlerinden önce İnönü'nün "ortanın solundayız" ifadesiyle duyuldu.

Devletçi refleksi çok yüksek olan, resmi ideolojiyi fazlasıyla kullanan bir siyasi hareketin siyasetteki yeri olarak ilk kez ifade edilen "ortanın solu" , toplumda önceleri beklenen yankıyı uyandıramadı.

Ancak ortanın solunu sahiplenen Ecevit, ilk defa halkçı söylemleri ön plana çıkarıp devletçi görüşleri öteledi. Bu durum halkın yükselen talepleriyle ve genel konjonktürle uygun düştü.

"Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça düzen" , "Toprak işleyenin, su kullananın" gibi söylemler emekçi halkın ve tüm toplumun ruhunu okşadı.

Toplumda sosyal demokrasiye büyük bir yönelme oluştu. Sonuçta bunun siyasi karşılığı da alındı. 1977 seçimlerinde halk % 42 gibi bir oyla sosyal demokrasiye güven verdi.

Ancak 12 Eylül Askeri darbesi sosyalist sola en büyük darbeyi vururken diğer siyasi hareketlere ve sosyal demokrasiye de önemli bir darbe vurdu.

Sağ siyaset ve sosyal demokrat siyaset bu darbeye direnemedi. Darbeyi önleyecek, etkisini kıracak proje ve siyaset üretemedi. Ne sağ partiler ne de sosyal demokratlar halkın verdiği temsil gücünü kullanamadı.

Bu süreç içinde ülkede sosyal ve ekonomik alanda önemli değişiklikler oldu. Neo Liberalizmin alt yapısı olan piyasa ekonomisinin temelleri atıldı. Doğuda Kürt hareketi yükseldi. Daha çok geleneksel yaşayan, Anadolu'nun kırsal kesimi kentlere akın etti. Kentlerin sosyolojik dokusu değişti. Anadolu'da muhafazakâr değerleri yapıştırıcı güç olarak kullanan sermaye grubu yükselişe geçti. İstanbul sermayesi ile pazar paylaşımı yoğunluk kazandı (Belki de yaşanan laik, anti-laik kavgasının görünmeyen yanı budur).

Yükselen Anadolu sermayesi ve muhafazakâr Anadolu halkı siyasette ben de varım dedi.

Daha çok İslami motifleri kullanan ve bugünkü tanımıyla "Siyasal İslam" denilen siyasal hareket yükselişe geçti. Bu sosyolojik değişim ve gelişmelere karşı sosyal demokrat ve diğer siyasetler yine hiçbir proje üretemedi.

Yükselen Siyasal İslam, Kürt siyasal hareketi ve Neo Liberalizm resmi ideolojiyi sarstı.

Sovyetlerin dağılımı ile bölgede uygulanan yeni uluslararası politikalar, ülke içinde kentlerdeki yeni sosyolojik doku ve yükselen Anadolu sermayesinin oluşturduğu ortam, muhafazakâr bir siyasi hareketi iktidara taşıdı. Devlet yönetimi büyük bir halk oyuyla devralındı.

Başta Sosyal Demokrat siyaset olmak üzere tüm siyaset, ordu, yargı, basın, yayın, yazar, çizer velhasıl her kurum büyük bir şaşkınlık yaşadı. Sanırım bu şaşkınlık halen devam etmekte.

Toplumdaki bu sosyolojik altüst oluş analiz edilmesi gerekirken daha çok devletçi refleksler yükseltildi.

Oysa ki yapılması gereken bu şoktan kurtulmaktı. Devletçi refleksleri yükseltmek değildi. Soğuk savaştan sonraki dünyayı ve buna bağlı olarak bölgenin yeni politikalarını, soğuk savaşa göre mevzilendirilmiş Türk toplumundaki yeni değişimleri analiz etmekti. Giderek merkez partilerinden ve de buna bağlı olarak sosyal demokratlardan uzaklaşan Anadolu'nun muhafazakâr halkını, aidiyet duygusunun giderek zayıfladığı doğu halkının sorunlarını ülkedeki yeni sermaye gruplarının pazar kavgasını ve tüm bunların siyasete yansıyan yanlarını analiz etmekti.

Ama bu analizleri yapabilmek ve halka yeni yaklaşım yollarını bulabilmek için ise öncelikle aşırı kullanılan resmi ve devletçi bakışı yumuşatmak gerekirdi.

İşte, başlık olarak koyduğumuz "Sosyal Demokrasinin Bunalımı",   aslında "Sosyal Demokrat" siyasetin bunalımı burada başlamıştı.

Bugün bu bunalım aşılamaz mı? Aşılabilir. Ancak bazı ezberlerin bozulması gerekir. Parti içindeki bazı tabuların yıkılması gerekir. Bu nedenle "Sosyal Demokrat" siyaset, Gürsel Tekin'in, Kılıçdaroğlu'nun ve de zaman zaman parti içinden yükselen "değişim, değişim" sözlerine kulak vermeli, ne demek istediklerine de biraz kafa yormalıdır.