"Sivas ellerinde sazım çalınır..." diye başlıyordu Âşık Veysel.

Ama o saz, işte o saz çalmaz oldu o gün. Yani 2 Temmuz 1993 günü...

O sazı çalanlar ve de o sözü söyleyenler susturuldu o gün. Hem de yanarak, yakılarak...

Ve o gün için,

"Şu Sivas'ın elinde sazım çalınmaz

Güllerim yandı yüreğim dayanmaz" diyordu Edip Akbayram...

*     *     *

Peki, ne olmuştu Sivas'ta? Neden "yüreğim dayanmaz" diyordu Edip Akbayram?

Üç yıldır Banaz'da yapılan "Pir Sultan Abdal Törenleri"nin dördüncüsü 1993 yılında Sivas merkezinde yapılması kararlaştırılmıştı.

Aziz Nesin, Vali tarafından onur konuğu olarak davet edilmişti. Pir Sultanın bir heykeli yapılmıştı. Kültür Merkezinin önüne dikilmişti.

İşte bu oluşum üzerine, Alevi kıyımı yaparak yurt genelinde Alevi-Sünni gerginliği yaratmak isteyen "derin irade" harekete geçti.

Çünkü 1993 yılı, Türkiye'nin en karanlık yılı idi. Çok sayıda çatışmanın, çok sayıda ölümün, çok sayıda şehit verilen bir yıl idi. 23 Mayıs I993 günü silahsız 33 askerin şehit edilmesi, belleklerden bugün bile silinemedi. Doğudaki çatışmalarda derin güçlerden endişe duyan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in ölümündeki kuşku bugün bile giderilemedi.

24 Ocak 1993 günü arabasına konulan bombayla Uğur Mumcu'nun öldürülmesindeki kuşkular bugün bile aydınlatılamadı.

*     *     *

İşte o gün, provokatörlere Aziz Nesin bir malzeme yapıldı. Zaten yapılması planlanmış olay için halkın tahrik edilmesi, Aziz Nesin üzerinden organize edilmiş oldu.

Öyle ki, Aziz Nesin ile Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun olaydan sonra bir TV tartışmasında, olay öncesi polis gücünün bir kısmının ilçelere kaydırıldığı bile ifade edildi. Yani olay planlı ve hazırlıklı idi...

Oysaki,

"Varıp Pir Sultan'ı, analım dedik

Aşkın dolusuna, kanalım dedik

Meydanda bir semah, dönelim dedik" diyordu ozan Kızılgül...

Ama anamadı Kızılgül. Aşkın dolusuna kanamadı, meydanda bir semah dönemedi Kızılgül.

Çünkü o gün kana bulandı Sivas. İçlerinde şair, yazar, ozan olmak üzere 33 aydın yanarak can verdi o gün.

Ve Kızılgül o gün, şöyle haykırıyordu:

"Madımak'ta yanan 33 can

Artık her birisi bir Pir Sultan"

*     *     *

O gün dönemin hükümeti DYP-SHP koalisyonu idi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Erdal inönü idi.

Gerekli sorumluluğu göstermedikleri gibi ülke için ve de Sivas için, çok acı ve de utanç verici bu olay karşısında, bu toplumdan bir özür bile dilenmedi.

Peki, ne idi Sivas olaylarının amacı? Yapılan katliamla amaçlanan ne idi?

-Elbette Alevi-Sünni gerginliğini diri tutmak...

-Toplumu, emek eksenli sınıfsal ve demokratik mücadeleden uzak tutmak...

-Ve de toplumu inanç ve etnik kimliklere hapsetmek...

Peki, kimin işine yarar bu oluşum?

Elbette emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin... İktidarlar üzerinde daha kolay baskı kurabilmek, küresel sermayenin egemenliğini kolaylaştırmak isteyenlerin...

Çünkü tüm bu toplumsal olaylarda onlar zarar görmez.

Çünkü bu olaylarda ne Alevi'nin, ne Sünni'nin bir kazancı yoktur.

Ve ne yazık ki, bir irade Alevi'ye karşı önyargıyı harekete geçirmiştir. Ve de Sünni halk provoke edilmiştir.

Ve Sivas, tarihinin en büyük felaketini yaşamıştır.

Öyle ki, Sivas'la da yetinilmemiştir...

Yani Sivas halkını provoke eden "derin irade" 3 gün sonra, Sivas'ın intikamı gibi bir görüntü vererek Erzincan'ın Başbağlar köyünde bir katliam düzenlemiştir.

İşte yarınki yazımızın konusu bu katliam olacaktır.

Peki, o gün Sivas bu felaketi yaşayınca, 33 aydın Madımak Otelinde yakılınca, Türkiye tam bağımsız mı oldu? Türkiye Batının sömürüsünden mi kurtuldu? Türkiye daha demokratik, daha özgür bir ülke mi oldu?

Artık bu sorular sorulmalıdır. Devlet, Sivas halkıyla ve toplumla yüzleşmelidir. Sivas halkı da kendisiyle yüzleşmelidir.

Ve de bu toplum, inanç ve etnik kavgayla neye hizmet ettiğini görmeli, barış içinde yaşamanın şartlarını oluşturmalıdır.

Çünkü bu ülkenin buna ihtiyacı vardır.