Seval Bayraktar, 1958 yılında Silivri'nin Çanta köyde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde, ortaokulu ve liseyi ise Silivri’de okudu. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü derece ile bitirdi. 1980'de öğretmenliğe başladı.

Çorlu M. R. U Endüstri Meslek Lisesi ilk görev yeriydi. Emekliliği de buradan oldu. Çalışma hayatı boyunca, Cumhuriyetin ülke ve yurt sevgisi ile donanmış, idealist bir öğretmeni olarak görev yaptı. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniydi. Güzel dilimizi anlatmak, Türk dilinin zenginliğini kavratabilmek, kendi dilimizde yazılmış edebi ve sanatsal eserleri sevdirmek için az uğraş vermedi.

Meslek liselerinde Edebiyat dersi süre olarak hem azdı hem de çok yüklü ve yoğun değildi. Zoru seçtiği için programların daha yüklü, kapsamlı ve yoğun olduğu okullara geçmek, oralarda görev yapmak içinde bir ukdeydi. Anadolu Liselerine ve Fen Liselerine geçmeyi düşünüyordu. Bunu başarmak için yoğun bir çaba sarf ediyordu. Ne var ki kahrolası sinsi bir hastalık, inceden inceye, tüm bedenini sarıyor, umut ve hayallere karşı direnç gösteriyordu.

Seval Bayraktar, mesleğine tutkusu, başarısı, öğrencilerine sevgisi ve bağlılığı, öğretmen arkadaşlarına, çevreye uyumu konularında örnek bir öğretmendi. Dersini seviyordu, mesleğine sevgi ve ilgisi öğrencilerinde de katlanarak büyüyordu. Okuldaki sosyal etkinliklerin çoğunu o yapıyordu. Okul açılışı, ulusal bayramlar, diğer etkinlikler coşkulu bir hava içinde geçerdi.

Seval öğretmenle ilgili iki anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Sanıyorum 1993 yılı idi. Refah Partisi milletvekili Hasan Mezarcı bir konuşmasında, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve annesi Zübeyde Hanım’a ağır hakaretler etmişti. Bu akıl almaz iftira ve saygısızlığa karşı, ülkede adeta bir öfke patlaması vardı. MEB kararıyla okullarda Atatürk’e saygı haftası düzenlenmişti. İllerde, ilçelerde öğrenciler büyük gruplar halinde kapalı salonlara toplanıyor, bu çerçevede Atatürk ve Cumhuriyet değerleri anlatılıyordu. Bizim okulun da bu kapsamda diğer liseleri de içine alacak şekilde bir etkinlik yapması gerekiyordu. Programı hazırlayan ve sunan ise Seval Bayraktar’dı.

Seval Hanım’la okulun alt koridorunda müdür odasından öğretmenler odasına doğru elinde dosyalarla telaşla koştururken karşılaştık.

-Hayırdır Seval Hocam bu ne telaş?

-Sorma Mustafa Hocam, biliyorsun Atatürk’e saygı çerçevesinde kapalı salonda bir konferans hazırlıyordum. Konuşmacı arkadaş son anda konuşma yapmaktan vaz geçti. Acilen yeni bir hatip bulup Müdür Bey’e bildirmem gerekiyor. O da Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bildirecek. İki ayağım bir pabuca girdi adeta. Konuşmacı bulmakta zorlanıyorum.

-Hiç telaş etmeyin Seval Hanım. Uygun görürseniz ben bu etkinliğe konuşmacı olarak katılmaktan onur duyarım, dedim.

Seval Hanım biraz şaşırmış, biraz hayret eder şekilde, sanki önce inanmamış gibi yüzüme dikkatle baktı. Sanırım benden bu yanıtı beklemiyordu.

-Sahi ciddi misin hocam, dedi.

-Seval Hanım, Cumhuriyet’i ve Mustafa Kemal’i anlatmaktan onur duyarım. Neden ciddi olmayayım? dedim.

Seval Hanım sevinçle, “Tamam hocam.” dedi ve süratle geri dönerek Okul Müdürü Sayın Ümit Yılmaz’ın yanına gitti. Sonra beni Müdür Bey’in odasına çağırdılar. Müdür Bey, görev alıp almayacağımı bir de kendisi sordu, Seval Hanım’ın yanında.

-Severek ve onurla diye, benim yanıtımı alınca, Müdür Bey;

-O halde Mustafa Bey’i yazın. Bugün yazıyı Milli Eğitim’e gönderelim hocam, dedi Seval Hanım’a.

Ben o dönemde Saray Endüstri Meslek Lisesi’nden, M. R. U Endüstri Meslek Lisesi’ne yeni gelmiştim. Pek kimse tanımıyordu. Elektrik Bölümü meslek derslerine girip çıkan, ortalıkta kendi halinde dolaşan bir insan profili çiziyorum. Algı olarak sosyal içerikli konular, meslek öğretmenlerinden çok, kültür dersi öğretmenlerinin işi gibi görülüyordu. Aslında benim bu konuşmam, bu ön yargıyı kökünden değiştirecekti.

İlçenin tek kapalı spor salonunda yapılacak toplantı için henüz iki gün vardı. Yoğun bir hazırlık sürecine girdim. Yirmi dakikalık bir konuşmaydı. Fakat konunun önemi gereği son iki günümü bu konuya hazırlanarak geçirdim. Olayları tarihsel olarak, özellikle Osmanlı döneminden alarak günümüze ve Mezarcı olayına kadar getirdim. Stadın localarında oturacak yer kalmamıştı. Bazı öğrenciler aralara, merdivenlere oturmuştu. Öğretmenler ve idareciler, Milli Eğitim’in protokol kadroları ve okul müdürleri, sahaya boylu boyuna sırayla oturmuşlardı.

Bilimle ve tarihsel olaylarla yoğrulmuş son derece ateşli ve ajitasyon ağırlıklı bir konuşmaydı. Bendeki enerji katlanarak öğrencilere geçmişti. Konuştuğum her tümce salonda adeta bomba etkisi yapıyordu. Öğrenciler ayağa kalkıyor, alkışların ardı arkası kesilmiyordu. Peşinden Atatürk’ü ve Cumhuriyeti öven, şeriatı yeren sloganlar başlıyordu. Adeta salonda yer yerinden oynuyordu. Öğretmen arkadaşların gözlerinin içi gülüyordu. Protokol, böylesine canlı, dinamik ve müthiş tepkiden hayretler içinde kalmıştı. Abartısız belirtmeliyim ki salon coşkudan yıkılıyordu. Ben yirmi dakikalık konuşmamı güçlükle otuz beş dakikada tamamlayabilmiştim.

İçtenlikle belirtmeliyim ki böylesine dinamik bir coşku ve tepki, Mustafa Kemal’e ve annesine yapılan saygısızlığa karşıydı. Ben sadece o duygulara rehber olmuş, konuşmamla o enerjiyi açığa çıkarmıştım. O gün kesinlikle anladım ki bu ülkede Cumhuriyet’i yıkmak ve Atatürk sevgisini gönüllerden silmek olanaksızdır.

Böylesi şölen havasında geçen toplantının mimarı, düzenleyicisi tamamen Seval Bayraktar Hanım’dı.

(SÜRECEK)