“Bütün evren semah döner.”


İzleme fırsatı buldunuz mu bilmiyorum. Her yıl Konya’da düzenlenen Sema ayinleri büyük bir coşku içinde geçer. Kimi zaman insanlar kışa hazırlıksız yakalanmasına karşın her yıl salon doludur. Günler, hatta aylar öncesinden biletler tükenir. Konya’nın bütün konaklama yerleri doludur. Etkinlik boyunca sokaklardan insan seli akar. Lokantalara girip yemek yemek için, kahvelere girip çay içebilmek için sıra beklemek gerekir.
1989 yılında AFAD (Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği) üyeleri ile birlikte günübirlik Sema törenlerini izlemeye gitmiştik. Salon tıka basa doluydu. Fotoğrafçılar için ayrılan bölümde zorlanarak hareket ediyorduk. Filmler pahalı, film banyosu, baskısı derken bir hayli harcama var. Kaçırdığın bir fotoğrafı yeniden çekme şansın yok. Üçayağa (tripod) fotoğraf makinesini bağlıyorsun. Çekim için gerekli ayarları yapıyorsun; tam o sırada bir başkası araya giriyor. Deklanşöre basmışsan fotoğraf boşa gidiyor. Geç kalmışsan her şeyi sil baştan yeniden yapacaksın.
Salonda her şey bütün ayrıntıları ile düşünülerek tasarlanmış. Fotoğraf stüdyolarını aratmayan bir ışıklandırma var. Fotoğraf çekimleri için gelenlerin arasında yabancı ülkelerden gelen konuklar var. Seyirciler nefeslerini tutarak semayı izliyor; bizler de zamanla yarışıyoruz.
Anımsayabildiğim kadarıyla her yıl özelikle Şeb-i Aruz törenlerine katılabilmek için Adana’dan fotoğraf sanatçıları yollara düşer. Temel fotoğrafçılık kursuna katılanlarla birlikte fotoğraf sanatında ustalaşmış üyeler etkinlik boyunca fotoğraf çekerler. O yıllarda sayısal fotoğraf makineleri yaygın değildi. Aynı heyecanı ben de yaşamıştım. Genellikle kursiyerler, fotoğraf sanatına yeni adım atanlar başarılı gördükleri sanatçıları çaktırmadan izleyip onların çektiği fotoğrafların benzerini çekmeye çalışırdık. Fotoğraf çekiminden önce filmler bitmiş olduğundan fotoğraf stüdyolarına koşup filmlerin banyo yapılmasını, fotoğrafların tab edilmesini beklerdik.
1995 yılında yine Konya’ya gelen fotoğraf sanatçıları aynı duyguları yaşıyordu. 
Adana’ya dönüşte acı bir olay yaşanır. Pozantı yakınlarında meydana gelen trafik kazasında 13 insanımız can verir. Yaralananlar hastaneye taşınır. Yaşanan acının unutulmaması için kazada yaşamını yitiren Özgen Özgenal’ın adı bir sanat galerisine verilir. Sanatçısı dostumuz özellikle siyah beyaz fotoğrafta ülkemizin önde gelen ustalarındandır.
Semayı ön plana çıkaran elbette etkinliğin dini içerikli olmasıdır. Sema aynı zamanda bir ibadettir. Dini ögeleri çıkarın, kimse izlemek için zaman ayırmaz. Daha detaylı bilgi almak isteyenlerin ulaşabileceği sayısız kaynak vardır.
Doğru bilgi alabileceğimiz kaynaklara göre Mevlana’nın babasının takma adı “Bilginler Sultanıdır.” Bütün kitapların el yazması olduğu bir dönemde sahip olduğu kitapların sayısı belirsizdir. Yaşanan sorunlardan uzak durmak için yollara düştüklerinde Mevlana 12 yaşındadır. Bazı kitapları bırakmak zorunda kalırlar. Ancak deve kervanında taşınan yüklerin çoğunluğunu kitaplar oluşturur. Aylar boyu süren yolculuk Konya’da sonlanır. Mevlana Hacı Bektaşi Veli ile aynı yıllarda yaşamıştır.
Ortaasya’dan o yıllarda Anadolu’ya göçler sürmektedir. Değişen iklim sonucunda yağmurlar yağmaz olur.  Irmaklar akmaz olur. Göller kurur. Bölgede yaşayan topluluklar arasında şiddetli çatışmalar yıllar boyunca sürer. Geçimini hayvancılıkla sağlayan Türkmen boyları kurtarabildiği canlarıyla birlikte yollara düşerler. Yolculukları aylar boyunca sürer. Göçlerin üç yüz yıldan fazla sürdüğü söylenir. Bu yolculukta ne kadar insan öldürülmüştür, hastalıktan yorgunluktan kaç kişi ölmüştür; kimseler bilmez.