I

Onu o tümcede bulacağını biliyordu. Sözcükler, takımadaları dil ülkenin, açık sulara çekiyor, çekiyordu onu. Bomboştu deniz… Balıklar, yosunlar, planktonlar, denizyıldızları, denizkestaneleri, denizanalarına rağmen bomboştu deniz. Rüzgârdı kursağında bırakan yağmur, hevesini bulutların. Sanki daha bir boşaldı deniz.

Fırtınayı kokusundan bilen som mavi yağmurcuk kuşu taflanlardan havalanıp, yitip gitti mavisinde denizin.

Deniz fırtınaya, tümceler onları alabora edecek sözcüklere, kıyıya çekilmiş tekneler hoyrat dalgalara hazırdı artık.

Bulut peçeli ışığı zamanın, güneş, “Maviye kesen denizle gök” dedi, “Mavi değil asında, bir ışık oyunu bu, yanılsamanız sizin.”

Bir ayrıcalıktı renkleri görebilmek, çokluk farkında olamadığımız.

II

Aynı yazıya, tümceye ya da dönemeyiz asla. Işığı sözcüklerin, o çakıp sönen deniz feneri, çeker götürür bizi uzak sulara. Yeniden ırayan yazı, okumaların buğulu, tozuyan albenisidir artık.

Sevince kesen gecedeki o sakım saçak mutluluk kaçıp gitmesin diye miydi hiç uymadan bakmamız göğe?

III

“Zühreden Mâha kadar gezdim hep

Görmedim mey gibi meclis-ârâ

Şaşarım meyhanecinin aklına

Sattığından da mı kıymetli para”

Edebiyat öğretmeni Süleyman Aycan, 1970 yılında Kadıköy vapurunda eski bir Yenice sigara paketinin arkasında bulur bu şiiri. Ocak 2007’de bir sohbetimizde geceyi şenlendiren bu dörtlüğü okuyup sahibini sorar. Yanıt, kocaman bir suskudur çöküp kalan masaya.

Sahibi meçhul dörtlükteki “ârâ” kelimesinin “süsleyen” anlamına geldiğini söyleyen Süleyman abi, bu kez Ziya Paşa’nın ikinci mısraı adeta bir atasözü hâline gelmiş olan beytini okur.

“Cihan-ârâ ârâ içredir ârâyı bilmezler / Ol mâhileri ki derya içredirler deryayı bilmezler”

“Evrenin süsü, süs içindedir aramayı bilmezler / O balıklar ki denizin içindedirler denizi bilmezler” diye günümüz Türkçesiyle söyleyebiliriz bu beyti.

Vah ki vah, bakıp da göremeyenlere.

IV

Kültürlerarası bileşik kapların atardamarıdır çeviri. Bir başka dilde yeniden söylemek demeliydim aslında.

V

İnsanın eğlence anlayışı, nelere gülümseyip, nelere güldüğü onun sosyokültürel şifrelerini taşıyan bir boyuttur. “İnsanın eğlenme yolu, eğlence anlayışı ele vermez mi?” diye sorar Ahmet İnam… Ve devam eder, “Örtük bilgi diye bir bilgi vardır, insanın hücrelerine sinmiş, çoğu kez farkına varmadıkları bilgiler. Görünen bilgilerini, nasıl yaşadıklarını gösterebilir çoğu kez bu örtük bilgiler. Kültür düzeyi, yaşam niteliği, insan anlayışı, bu örtük bilgilerde saklıdır.”

(Bir düğündür eğitim, Ahmet İnam, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 15 Eylül 2006)

VI

Türkiye’deki sanat ortamı üzerine bir tartışma: Katılanlar; Ömer Uluç, Ali Akay, Ali Artun, Levent Çalıkoğlu, Ahmet Soysal.

“Bir yerde bienal yapılması oranın büyük sanat metropolünden oldukça uzak bir konumda olduğunu göstertiyor” diyen Ömer Uluç şöyle sürdürür sözlerini, “Hiçbir büyük, büyükçe sanat metropolünde bienal yok. Gereksinimleri yok demektir. Bienaller başından beri politik nedenlerle olmuşlar. Venedik yüzyıl önce Avusturya’ya karşı şehrin statüsünü ve İtalyanlığını korumak için kuruldu. Bu bir kimlik sorunuydu. İkinci büyük şehir bienali Sao Paulo’ydu, 1960 sonlarında. Bir taşra megapolü o zamanlar.” Dedikten sonra sorar, “Nereden biliyorum? Benim de resimlerim vardı, ondan”

VII

Kaya Özsezgin, “Akademik Tabuya Karşı” başlıklı Yüksel Arslan’ın Galeri Nev’de sergilenen resimlerini değerlendirdiği yazısında şunları söyler. “İnsan, yaşam ve doğa üçgeni içinde dünden bugüne ulaşan ‘gerçeklik’e ilişkin bilinen ve bilinmeyenlerin sırrına ulaşmanın yolunun kişisel deneyimler olduğunu gördü. Bütün kadim bilimler, bu sırrı keşfetmenin peşinde olmuşlardı.”

VIII

Sanatın amacı çözümleyici olmak değil kuşkusuz, bir olgunun ayrıntılı biçimde ve bütün yönleriyle izleyici-okur-dinleyici tarafından algılanmasını, düşünülmesine yol açabilmektir. Düşündürerek, duyumsatarak izletmek. Kurgulanmış metnin özüne inilmesine eşik olmak.

IX

Her okuma ile o metin yeniden doğurulur. O metin, okuyan-dinleyen-seyredenin bilinçaltında oluşturduğu çağrışımlarla giderek zenginleşir.

Metinde imzası olanın neyi, niçin, nasıl söylediği birbirini kesen çemberlerin geometrisinde ayrı bir düzlemdir. Engebeli bir yazının nelere gebe olduğunu bilememek doğasıdır dillerin.

X

Hem aşina, yeni olmak hem

Deminde sözün, düşün gerçeği

Üşenmeden güneş her vakit

Şenlikle hüzün ve zamandı

Şeylerin gölgesinde ah

Seçilen sureti harflerin

Hem aşina

Nasıl da yeni ama.

XI

Açık ve yalın bir anlatımla devinen bir metnin, kendini örtüp saklaması, yazının coğrafyasında önü kesilen bir ırmağın yeraltına inerek yolculuğunu sürdürmesine benzer.