Andrew Craig Brunson, Protestan cemaatine ait İzmir’deki Diriliş Kilisesi’nin Papazı idi... 9 Aralık 2016’da FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanmıştı.

Suçlamaları kabul etmemişti. İfadesinde, “Ben İsa Mesih’i savunan biriyim. Kilise kuran ve bunu devletin bilgisinde yapan bir din adamıyım. Hiçbir İslami hareketi asla desteklemem. Hayatımda tanıdığım hiçbir FETÖ’cü yoktur” demişti.

Ve tutukluluk süresi boyunca ABD Başkanı Trump, bizzat Papaz Brunson’un iade edilmesini istemişti.

Sonuçta 25 Temmuz 2018 günü “sağlık sebeplerinden” ötürü tutukluk hali kaldırıldı, ev hapsine çevrildi. Ama ABD yönetimi bundan tatmin olmadı.

Önce koyu Evanjelik olan Başkan Yardımcısı Pence, Twitter üzerinden “...bu masum din adamı serbest kalana kadar ABD Türkiye’ye önemli yaptırımlar uygulayacaktır” dedi.

Amerika’da Evanjelik, sayıları 100 milyon civarında olan Amerikan Protestanı ya da “Siyonist Hıristiyanlar” olarak bilinen kesime yapılan bir adlandırmadır.

Ardından Trump, “ABD dindar bir Hıristiyan, aile babası ve muhteşem bir insan olan Rahip Andrew Brunson’ın uzun süreli tutukluluğu sebebiyle Türkiye’ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Bu masum din adamı derhal serbest bırakılmalı” dedi.

* * *

Görünen o ki, ABD yönetimi yaptırım tehdidi ile Türkiye’ye bir sömürge muamelesi yapar olmakta.

Nitekim ABD Senatosu ve Dış İlişkiler Komitesi, “Türkiye Uluslararası Finans Kuruluşları Yasası” başlıklı Türkiye'nin uluslararası kuruluşlardan kredi almasını kısıtlayan tasarıyı kabul etti.

Ve bu yasa ile “Dünya Bankası” ve “Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası”nın ABD’li başkanlarına, insani amaçlar dışında Türkiye’ye verilecek kredilere karşı çıkması direktifi verilmiş oldu.

Elbette gelinen bu noktada Rahip Brunson olayında, Türkiye haklı mıdır ya da haksız mıdır, bilemiyoruz. Eğer Türkiye geri adım atmaz, önemli bir taviz vermezse sonucu yargı belirler olacaktır.

Yine de geçmişteki örneklere bakarak konunun bir başka yönüne değinmek, herhalde yararlı ve de uyarıcı olacaktır.

***

Türkiye’de bulunan Amerikan yetkili personelinden hep kuşku duyulmuştur.

-Bir dönem barış gönüllüleri vardı.

1960’lı yıllarda “barış gönüllüleri” adıyla gelen Amerikalı öğretmenler idi bunlar. Hep kuşku duyulmuştu bunlardan. O günlerin efsanevi öğretmen örgütü olan TÖS, “bunlar öğretmen değil birer istihbarat elemanıdır” diye uyarmış ve büyük mücadele vermişti.

-Vietnam Savaşı döneminde “Vietnam kasabı” ve CİA ajanı olarak bilinen ABD’nin Vietnam Büyükelçisi Robert Korner, 1969 yılında ABD'nin Ankara Büyükelçisi olarak atanmıştı. Hem de sağ-sol kavgasının giderek büyüdüğü ve de büyütüldüğü bir dönemde...

Robert Komer’den bir “CİA ajanı” diye hep kuşku duyulmuştu. 68 kuşağı başkaldırmıştı bu Vietnam kasabına ve ODTÜ’de arabasını yakarak tepkisini göstermişlerdi.

* * *

ABD elçilik kâtipleri bile istihbarat elemanı gibi çalışır olmuşlardı bu ülkede.

Nitekim 12 Eylül darbesine giden yolun kilometre taşlarının döşendiği Çorum ve Maraş katliamlarının görünmeyen yaratıcısı olan ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Robert Alexander Peck’den bir CIA ajanı olarak hep kuşku duyulmuştu.

Özellikle zamanın Amasya CHP'li Belediye Başkanı Gündüz Türen’in ve Amasya Valisi’nin o günün İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e ilettikleri bilgi, bu kuşkuları adeta belgeler olmuştu.

Çünkü Belediye Başkanı ve Vali’ye şu sorular sorulmuştu.

-Amasya’da Sünnilerle Alevilerin oranı nedir?

-Amasya’da genel nüfusa göre işçilerin oranı nedir?

-Amasya’da solcular mı sağcılar mı ağır basıyor?

-Amasya’daki çatışmaların nedeni mezhepsel mi? Etnik mi? İdeolojik mi?

Bu sorular katliam öncesi gezilen Maraş’ta, Çorum’da, Malatya’da da o ilin Belediye Başkanı’na, Vali’sine ve görüşülen siyasi kişilere de mutlaka sorulmuş olmalıdır.

***

İşte bu nedenlerle rahip Brunson olayı, iç politikada iktidar-muhalefet kavgasının siyasi bir argümanı olmamalıdır. Ve de Amerikan tehditlerine karşı daha yurtsever bir çizgiden bakılır olunmalıdır.

Çünkü bu tehditler ve bu yaptırımlar, rahip Brunson olayının ötesinde ve daha derinlikte bir politik tehdit içermektedir.