Ecel gelmiş cihane
Baş ağrısı bahane.
Yıllardır aynı konu gündeme getirilir.
İnsanlarımızın hararetli bir şekilde tartışmadıkları günlerde bir bakarsınız
Özal’ın zehirlenmesi gündeme getirilir. Bir
süre gündemde yerini korur. Tartışmalar birkaç gün devam eder. Sonra
unutulur. Yeniden tartışılması için emanete teslim edilir.
En sonunda mezar açıldı. Aradan yıllar
geçmişti. Mezardan çıkarılan cesedi inceleyen bir uzman basına açıklama yaptı.
Bir mucizeyle karşılaştığını, gördüklerinin bilimsel yönden bir açıklamasının
olmadığını öne sürdü. Uzmanın söylediklerine göre cesedin bir kısmı çürümüştü.
Bazı kısımlarda (yağın çok olduğu yerler) yok denecek kadar bir çürüme vardı.
Açıklanan rapora göre zehirlenerek
öldürüldüğüne dair bir bulgu yoktu. Yine de uzmanlar kesin olarak karar
veremiyordu. Bazı kişilere göre bu yönde anlamlar çıkarılıyordu.
Günler geçti, konu kapandı derken yine
birileri ortaya çıktı. Öldürülme konusu yeniden gündeme getirildi. Ellerinde
belge olduğunu öne sürdükleri bir fotoğraf vardı. Daha sonra bir foto muhabiri
ortaya çıktı. Fotoğrafı kendisinin çektiğini, o fotoğraftaki kişinin Özal
olmadığını öne sürdü. Diğer kanıt ise Özal’ın öldüğü gün başından kesildiği
söylenen bir tutam saç vardı. Ne hikmetse bir insanın zehirlenip
zehirlenmediğini ortaya koyacak saç tellerinden bir kısmı yetkililere
sunulmamıştı. Acaba bizim anlamadığımız bir şeyler mi vardı?
Kaç kişinin dikkatini çekti, o kadarını
bilemiyorum. Zehirlenme iddiası davulcu akrabasıyla birlikte yakınları, çok
yakın dostları, papatya denilen hanımlar konuşmak yerine susmayı tercih
ediyorlar. Rahmetlinin yanından ayrılmayan, onun ekmeğini yiyen “eski dostlar”
nankörlük mü yapıyor, yoksa dilleri kökünden mi kesildi o kadarını bilemiyorum.
Her insan, kendisi dahil her canlının günü
geldiğinde öleceğini bilir. Bu gerçeği yok saymayı, değiştirmeyi; hiç olmazsa
kendisini kurtarmayı asla düşünmez. Acısı ne kadar büyük olursa olsun, sevdiği
kişinin ölümünde içi kan ağlarken ayakta durmaya, acısını gizlemeye çalışır.
Aynı kişiler, toplumda sevilen, toplumda
belli bir yer edinen kişilerin günü gelip öldüğünde onun ölümünü kabullenemez.
Sözün özü bizim gibi sıradan insanlar eceliyle ölür. Diğer taraftan birileri de
ne hikmetse suikastla, zehirlenerek
öldürülür. Eceliyle ölüm, sadece bizler içindir!
Oysa şunu çok iyi bilir. Ölüm
kaçınılmazdır. O kişinin bir hastalığı varsa derdine çare bulabilmek için
hastaneler, doktorlar sıraya girmiştir. En yakınında bulunan kişilerin böyle
bir işlemi (aslına bakarsan bir suçu) bir suikastı yapmaları mümkün değildir.
Bazı insanların duymak istedikleri yalanlar
vardır. Sonuçta birileri öne çıkabilmek, bir süre gündemde kalabilmek,
milyonlarca insanın yaşadığı bir ülkede farklı olabilmek için harekete geçer. O
konularda uzman olmayan kişilerin anlamını bilmediği insanların beyinlerine
yönelik sözlerini kameraların karşısında tekrarlar durur.
Bir anda kamuoyunun ilgi odağı olan kişi
gündeme damgasını vurur. Reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığından hareketle
uzmanı eleştirenlerle savunanlar bir süre tartışırlar. Gün gelir başka bir konu
tartışılmaya başlar.
Bilinmesi gereken gerçekler vardır: Sayın
Özal’ın boyu yüz altmış santimetredir. Ülkemiz insanlarına göre kısa boyludur.
Rahmetliyle aynı boyda olanların kilosu yaşına göre altmış beşi aşarsa dikkat
çekmeye başlar. Daha fazla kilosu
olanlar şişman olarak kabul edilir. Oysa Özal tam tamına yüz kırk kiloydu.
Eğri oturup doğru konuşalım. Aynı boyda
olanların iki katı, hatta daha fazla kiloya sahip bir insan var. Bunun anlamı
rejim yapmadığına göre iki kişinin tükettiği besini tüketiyor. Diğer insanlarla
aynı büyüklükte kalbe, beyine, sahip olduğuna göre mide dahil bir çok iç organı
o insana göre çalışıyor. Bir hamal, iki
hamalın taşıyacağı yükü taşımaya kalkarsa işini ne kadar süreyle devam
ettirebilir? Zaman içerisinde bir takım sorunlar ön plana çıkmaz mı?
Bir kez de devlet
büyüklerinin de er ya da geç eceliyle ölebileceğini düşünebilmek çok zor mu?
Sadece ‘öldürüldü’ diyeceğimiz yerde ‘öldü’ diyeceğiz, hepsi bu kadar!