Dün Osmancık’lı emekli İş Bankası Müdürü Mahmut Karslı ağabeyin arabasıyla İstanbul’dan Osmancık’a geldik.  Arabayı Mahmut ağabey kullandı. Gerede’den sonra memleket havasını teneffüs ede ede Osmancık’a ulaştık.

Mahmut ağabey ve ben İstanbul’da yaşıyoruz. Yola çıktığımızda her ikimiz de çocuklar gibi şendik. Zaman tünelinde çocukluğumuza yolculuk yapar gibiydik.

Mahmut ağabeye, “Sıla hasreti çok değişik bir duygu. İçim içime sığmıyor, sonsuz bir mutluluk yaşıyorum” dedim.

Mahmut ağabey de, “Yeğenim ben de benzer hislerle doluyum. Dünyanın dört bir tarafına gittiğim halde, hiç böyle sevinemiyorum. Ne zaman Osmancık’a gitsem tarif edilemez bir mutluluk yaşıyorum.” dedi.

“Beni de Osmancık anlaşılmaz bir şekilde cezp ederek içine çekiyor”. diyerek,.

yıllar önce Osmancık hasretiyle ilgili olarak yazdığım aşağıdaki dörtlüğümü okudum.

Osmancık’ta toprak beni hep çeker,

“Unutma, sana her zaman bağrım açık” der,

Göz ucuyla kollar biraz uzaklaşsam,

“Nasıl olsa bir gün döneceksin” der… (Mehmet Özata)

Çocukluğumdan beri hep kendimden büyük insanlarla daha iyi anlaşmışımdır.

Günümüz insanlarının en büyük hastalığı birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramamalarından kaynaklanmaktadır.

Sanki dünyada yalnız yaşıyormuş gibi, iletişim kanallarımızı tıkadık. Birbirimizi dinleme nezaketini kaybettik. Sadece konuşmak için fırsat kolluyoruz.

Sadece biz konuşarak iletişimin sağlanacağını düşünüyoruz.

Özellikle, gençler ellerinde pusula gibi kullandıkları cep telefonu, kulaklarında bir garip müzik, robot gibi kendi kendilerine yaşıyorlar. 

Konuşmak kadar dinlemek te bir sanattır. “İnsan insanın zehirini alır.” derler. Sabredip, insanları can kulağıyla dinlerseniz, onların dertli gönül evlerine pencere açarak dertlerine derman olabilirsiniz..

Ne güzel söylemiş Ömer Hayyam ;

Ey Ruhu kör, Aklı kör, Vicdanı kör..!

Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş !

Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !

Şu durmadan kurulup dağılan evrende

Bir nefestir alacağın o da boştur boş… !

Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak ; demek ki hiçbir şey bizim değil sevgili dostlar..! '

Yunus Emre de tasavvuf deryasından başını çıkarıp Allah’a şöyle seslenmiş.

Şöyle hayran eyle beni,

Aşkın oduna yanayım,

Her ne yana bakar isem,

Gördüğüm seni sanayım    (Yunus Emre)

Ben de bir zamanlar kadere ve tekâmüle (gelişim) takılmış bir divâne olarak şu dörtlüğü yazmıştım. Umarım beğenirsiniz.

Tekâmül etmezsen hayatı kavrayamazsın,

Başına her geleni kadere bağlayamazsın,

Hayat bir ibret sahnesidir düşünsene biraz,

Her şeyi sen yaptın kimseyi suçlayamazsın… (Mehmet Özata)