Aydınlık gazetesine göre HASDAL'da 138 subay tutuklu bulunmakta. 4 Ağustos 2011 tarihine göre ise, 173 Muvazzaf, 77 emekli olmak üzere toplam 250 subay tutuklu durumda.

"İnternet Andıcı" davası nedeniyle 14 ordu mensubu hakkında daha yakalama emri verildi. Bu yakalama sonucunda tutuklu bulunan general ve amiral sayısı 49 olacak.

Toplumun ve siyasetin bir kesimi bu gelişmeleri, orduda bir tasfiye hareketi olarak görmekte; diğer bir kesim, batı standartlarına uygun bir sivilleşme olarak görmekte.

Toplum bu bakışlardan birine, kayıtsız ve koşulsuz inandırılmış durumda. Adeta asker yanlısı ya da asker karşıtı gibi bir yarılma görülmekte.

Aslında Türk toplumunun orduya saygısı ve sevgisi yüksektir. Geçmişten günümüze askerî bir toplumsal yapısı vardır. Orduyu peygamber ocağı olarak bilip kutsamıştır. Daha da önemlisi, cumhuriyetin kurucusu olarak bilmiştir.

Ama bu toplum, ordunun siyasete müdahalesini sevmemiştir. Her darbe ya da müdahale sonucu yapılan seçimlerde, ordunun adres gösterdiği partilere oy vermeyerek tepkisini göstermiştir. Ne yazık ki bu tepkinin, ilgililerce doğru okunduğu da kuşkuludur.

Özellikle yapılan seçimlerde, ordunun siyasete müdahalesine dik duran ya da dik durur gibi gözüken siyasetler halkın büyük desteğini almışlardır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan müdahale ve darbelerinde bu sonuçlar çok net olarak görülmüştür.

*

Peki, bu son yıllarda gerek "Ergenekon Davası", gerek "Balyoz Davası", gerekse "İnternet Andıcı" gibi davalarda bu kadar emekli ya da muvazzaf subay niçin içeri alınmıştır ve de alınmaktadır?

Bu konuda yargıya bir diyecek yoktur. Yargı ulaştırılan, ele geçirilen ya da sunulan belge ve bilgiler dâhilinde karar vermek zorundadır.

Sanırım bu sonuçların oluşmasında, daha başka nedenler aramak gereklidir.

Öncelikle Türk toplumunca çok kutsanan ordumuz:

-Darbe yapmış mıdır? Yapmıştır.

-27 Mayıs'ta, 12 Eylül'de anayasal düzeni lağvetmiş midir? Etmiştir.

-Partileri, sendikaları, dernekleri kapatmış mıdır? Kapatmıştır.

-12 Mart'ta müdahale etmiştir. 28 Şubat'ta, 27 Nisan'da müdahale etmiştir.

-1982 anayasası ile güdümlü bir anayasal düzen oluşturmuştur.

Sonuçta siyaset, sürekli olarak ordunun müdahil gücünü sırtında hissetmiştir.

Bu darbeler, yapanlar tarafından isteyerek mi yapılmıştır? Bilemeyiz. Ama birilerinin darbe ortamını hazırladığı bir gerçektir. Çünkü her darbe sonucu toplumsal muhalefet susturulmuş, toplum sindirilmiş, önemli ekonomik ve siyasi kararlar hayata geçirilmiştir.

Oysaki bugün Kılıçdaroğlu 27 Mayıs' ı  eleştirmiştir.   12 Eylül darbesi  sahipsiz kalmıştır. Evren'den başka 12 Eylül darbesini ve anayasasını savunan kimse kalmamıştır.

*

Ama bir ülkenin varlığının en önemli teminatı ordudur. O halde bu gelişmeler neyin nesidir? Bu konuya, Hürriyet yazarlarından Fatih Çekirge'den alıntılarla cevap bulalım.

"Türk Silahlı Kuvvetleri soğuk savaş döneminde ABD ve NATO'nun desteğindeydi. Ve bu destekle SSCB'den gelecek muhtemel bir komünist işgale ya da ülke içinde demokrasiyle gelecek bir komünist-sosyalist iktidara karşı darbe yapabilirdi... Kanat ülke Türkiye ordusuna böyle bir misyon yüklenmişti." (25 Ocak 2010)

O gün süt tozuyla, silah yardımıyla, milyarlarca dolarlık tankın, topun, uçağın, savaş gemisinin hibe edilmesiyle Kuzey'den gelecek bir tehlikeye karşı mevzilendirilmişti.

"TSK, Kuzey'den gelecek tehlikeye karşı dizayn edilmişti" diyor Fatih Çekirge.

"...Ama soğuk savaş bitti. Komünizm tehlikesi gitti. Yani o görev bitti. Misyon gereksizleşti."

"Ve işte şimdi askere 'O dönem kapandı. Senin o görevin bitti' deniyor. Bu yüzden içindeki faaliyetler, gizli senaryolar deşifre ediliyor" diyor Fatih Çekirge. (25 Ocak 2010)

O gün darbelere görünmez bir el yardım ediyordu. İşte şimdi o görünmez el "NATO kodlu o görev bitti, soğuk savaş bitti, misyon değişti" diyor.

"Yıllarca Kuzey'den gelecek tehlikeye karşı korkutulduk" diyor Fatih Çekirge.

"Kendi oylarımızdan, demokrasimizden korkutulduk. Sınırları kapatılmış, korkuyla kuşatılmış bir ülkede yaşadık yıllarca...

Ordusu, 'koruma ve kollama' görevindeki bir demokrasi olduk.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nı Ulus'taki meclisten yönetti. Ama biz, barışta bu korkular yüzünden bu ülkeyi Meclis'ten yönetemedik..." diyor Fatih Çekirge.

*

Galiba ülke dışındaki irade, geleneksel reflekslerden arınmış, soğuk savaş dönemindeki misyonundan uzaklaşmış, NATO'nun yeni stratejisine uygun, bölgedeki gelişmelere paralel olarak, yeni misyonla yüklenmiş askeri kadrolar otuşturmak istiyor...

Ülke içindeki irade ise, siyasete müdahil olmayan, kışlasına çekilmiş, dış tehdide karşı savunmakla görevli, sınırları koruyan, siyasi otoriteye tabi kadrolar oluşturmak istiyor gibi...

"YAŞ" toplantısı öncesinde Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner'in ve üç Kuvvet Komutanının protesto anlamındaki istifaları, göğüslenemeyecek bu gelişmeleri işaret ediyor olsa gerek...

Sonuçta Türkiye'nin ordusu, yargısı, siyaseti, bölgedeki gelişmelere göre yeniden dizayn ediliyor gibi...

Elbette, bu gelişmelerden ve oluşumlardan endişe duyanlara katılmamak elde değil...