Boş konuşuyorsunuz, boş.

Sallıyorsunuz sadece…

Gelişi güzel... Ya tutarsa diye!

Yok efendim, Çanakkale Zaferi’ni Mustafa Kemal değil, evliyalar kazanmışmış da!… Mustafa Kemal o savaşta yokmuş da!

Yok efendim, Kurtuluş Savaşı olmamış, Yunanla savaşılmamış, tüm şehitlikler hikayeymiş, temsiliymiş de!...

Yok efendim, Arap abecesinden, Latin abecesine geçilirken; bir gece de cahil bırakılmışlarmış da!…

Yok efendim başlarından fesleri zorla alınıp, onun yerine yine zorla kafalarına şapka geçirilmişmiş de;

Yok efendim sırtlardan çarşaflar, başlardan başörtüleri zorla sökülüp alınmışmış da;

Yok efendim ezan susturulmuş, camiler kapatılmışmış da;

Yok efendim rakı sofraları, içki masaları şöyleymiş, böyleymiş de…

Mış mış da, miş miş…

… …

Aslında bütün bu senaryoları, kendiniz bile inanmayarak dillendiriyorsunuz da; ola ki sizden daha geri zekâlı birileri çıkar da inandırıp, kandırabilir miyiz diye eveleyip geveleyip, utanmadan, sıkılmadan sallayıp duruyorsunuz.

Komik oluyorsunuz sallarken, rezil oluyorsunuz…

Ayrıca siz de ayırdındasınız komik ve rezil olduğunuzun.

Ama frenleyemiyorsunuz kendinizi.

Çekemiyor, kıskanıyorsunuz O’nu…

Düşmansınız ona…

??!!...

Biraz daha ayrıntıya gireyim mi?

Tüm dünyanın hayran olduğu, bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusuna, niye düşman olduğunuzu, daha detaylı anlatayım mı size?

Bir kere, adamın adı "Atatürk".

Şu soyadın asaletine bakar mısınız; “Türk’ün atası”…

İşte sizin, hırsınız ve kininiz bu noktada başlıyor.

E sizin de; Türk’ten, Türklükten dolayı kuyruk acınız var.

Türk lafını duyduğunuz zaman alerjiniz depreşiyor.

Kuyruk sokumlarınız sızlıyor.

E sizi, “Türk” sözcüğü bile bu denli rahatsız edince; haliyle “Ata” sözcüğünü de kıskanıyor, çekemiyor ve sev(e)miyorsunuz...

Ve biliyorsunuz ki, adamın, sadece adı değil; gelmişi, geçmişi, özü, sözü de Türk... Kafası da Türk, beyni de Türk, ruhu da Türk…

Ayrıca adamın Araplaşması, Ortadoğululaşması da mümkün değil.

* * *

Ne güzel geçinip gidiyordunuz değil mi; yedi ceddiniz askerlikten muaftı.

Türk'ün üç kıtada, at sırtında anası ağlarken; siz tekkelerde miskin miskin, uyuşuk uyuşuk yatıp, sofuluk / sufilik ayağına arada kaynayıp gidiyordunuz.

Kiminiz ümmet ayağına arada kaynarken, kiminiz de azınlık ayağına arkanızı yabancı devletlere vermiştiniz...

Onların kıyağıyla vergisiz, emeksiz, zahmetsiz yaşayıp, gidiyordunuz.

O büyük insana, “hepinizin tekerine çomak soktuğu için” düşmansınız.

Çünkü sadece asker, sadece devlet adamı değildi, o büyük insan…

Aynı zamanda Başöğretmen'di...

Elinde tebeşir, kara tahtanın başında; tek tek yazar, tane tane öğretirdi.

Ders kitaplarını bile kendi yazardı.

Öğretmenlere, "Yeni nesil sizin eseriniz olacak" der; ülkenin çocuklarını ve gençlerini (size ve sizin zihniyetinize değil) öğretmenlere teslim ederdi.

… …

Yalandan kim ölmüş; (ne güzel!) kafanıza göre atıp tutup, sallıyordunuz…

Yok o uçmuş, yok bu kaçmış; yok falanca suyun üzerinde yürümüş, yok filanca koca denizleri yarıp, ortasından geçmiş, yok feşmekanca ateşleri çiğneyip aşmış...

Ama bunları dillendirirken de, nalıncı keseri gibi öykünün(!) sonunu, hep kendinize yontuyordunuz.

Ne güzeldi o günler değil mi?

* * *

Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, örgün öğretim, zorunlu eğitim...

Dahası Latin harfleriyle (her türlü hurafeden arınmış) bilimsel Türkçe eğitim.

Bütün bunlar façanızı bozdu, forsunuzu çizdi tabii…

Bak, yıl 2020 oldu.

Gelişmiş ülkeler uzayda cirit atıyor; uzayda koloniler kurmak için birbirleriyle yarışıyor.

Siz ne yapıyorsunuz?

!!??..

Siz hâlâ zır cahil insanlardan medet umuyor; bilimsel eğitim almış insanlara sırt çeviriyorsunuz.

Tabii düşman olacaksınız.

Beyinleriniz anca ona yetiyor, ona çalışıyor.

* * *

Yani sözün özü; rakı, fes, cübbe falan hikâye; siz O’na, façanızı bozduğu için düşmansınız.

??!!...

Haa, bak bir de kadın hakları var…

Önceden ne güzel(!), çoluk çocuk demeden dörder dörder alıp, koynunuza sokuyordunuz.

Ulu Önder, kadına da insani haklar tanıyınca; sizin o teker de kırıldı tabii…

* * *

15 sene, üç kıtada Osmanlı Devleti’nin askerliğini yapmış olan insana, Osmanlı edebiyatı üzerinden laf sokuşturmaya çalışıyorsunuz.

O, “Türk” sözcüğünü, “millet” sözcüğünün başına getirmeden asla ve asla dillendirmeyen bir kişiydi.

Siz üç beş oy korkusuna; 18 yıldır, o “millet” dediğiniz şeyi tamlayacak adı (bile) söyleyemiyorsunuz.

Milletin köpeklerinin adı var; sizin dünyanızda, milletinizin adı yok.

Tabii düşman olacaksınız; çünkü o yürek yok sizde...

O büyük insan ki; cezaevinden çıkar çıkmaz soluğu savaş alanlarında almış bir lider, bir komutan, bir yurtseverdi.

Siz cezaevinden çıkar çıkmaz soluğu yurtdışında alıyorsunuz.

O Osmanlı'nın savaşını o yapıyor; siz edebiyatını yapıyorsunuz.

O Çanakkale Savaşını yapıyor, O kazanıyor; siz tarihi saptırıyor; o yüce komutanı, o tarihin, o savaşın içinden çekip çıkarıyor; onun yerine kendi hayal dünyanızdan birilerini sokuşturmaya çalışıyorsunuz.

Bu işi yaparken bile, yaptığınız işi yüzünüze gözünüze bulaştırıyor; komik oluyorsunuz.

Neymiş efendim?

Çanakkale Savaşını Mustafa Kemal değil; evliyalar kazanmışmış.

Komik oluyorsunuz, komik…

* * *

Bırakın artık bu işleri…

O büyük insan ki; bizzat komuta ettiği 15 yıl süren savaşlardan sonra bile yoktan bir ülke var ediyor.

12 milyonluk yoksul bir nüfusla, bir yandan Osmanlı’nın borçlarını öderken, diğer yandan uçak üreten bir ülke yaratıyor.

Siz ne yapıyorsunuz?

Onun yoktan var etiği kurum ve kuruluşları sata sata ayakta kalmaya çalışıyorsunuz.

Elbette kıskanacak, elbette düşman olacaksınız O’na…

Ben hiç yadırgamıyorum.

Hiç kimse de yadırgamıyor.