Çok sık dillendiririm; “Saplantılarında direnen, doğruyu öğrenmek istemeyen, bir kitleyi; eğitmek, öğretmek kadar zor bir iş yoktur.”

Bir öyküyle konuyu açmak istiyorum.

“Öykü bu ya; yüzyıllar önce, dünyanın ücra köşelerinin birinde bulunan bir adada, birbirlerinin varlığından habersiz, birbirleriyle ilintisiz yaşayan dört ayrı kabile varmış.

Birbirlerinin varlığından habersiz yaşayan bu dört ayrı kabilenin halkları, bir şekilde “ateş”in varlığından haberdar olmuşlar.

… …

Ve yine öykü bu ya; bu adaya yakın bir kara parçasında öğrencileriyle birlikte yaşayan bir bilge kişi; öğrencileriyle birlikte, bu adaya gezi düzenlemeye karar vermiş.

Doluşmuşlar bir gemiye; uzun bir yolculuktan sonra adaya ayak basıp; birinci kabileye ulaşmışlar.

* Bu kabilede; “Ateşi, sadece din adamları kullanabiliyormuş.

Ateşin sadece kendilerine verilmiş kutsal bir armağan olduğuna inandırmışlar; sadece kendileri ısınıyor ve sadece kendileri sıcak yemek yiyor; diğer kabile halkı da soğuk havalarda üşüyor, donuyor ve çiğ et yiyorlarmış.”

Bilge kişinin öğrencilerinden biri; “ben burada kalacağım ve bu kabile halkına, ateşten yararlanmalarını öğreteceğim…” demiş ve orda kalmış.

Bilge ve diğer öğrenciler; onu orada bırakmış, yollarına devam edip, ikinci kabileye ulaşmışlar.

* Bu kabilede de; “Ateşin ilahi bir güç olduğuna inanılıyor; ateş yakmaya yarayan araçlara tapınılıyor, ama ateş yakmaya cesaret edilemiyormuş...”

Bir başka öğrenci de; “Ben de burada kalıp, bunlara ateş yakmayı öğreteceğim” demiş ve orada kalmış.

Diğerleri yola devam edip üçüncü kabilenin yaşadığı yere ulaşmışlar.

* Bu kabilede de; “Ateşi, adaya getiren adamın totemi yapılmış, insanlar ona tapıyormuş. Ateşi gören birkaç kuşak öncesi nesil; ateşi getiren adamın tanrı olduğuna karar vermiş, kabileye bu inanç yerleşmiş. Daha sonra da hiç kimse ateş yakmaya teşebbüs etmemiş…”

Öğrencilerden bir başkası da; ben de burada kalacağım demiş ve orada kalmış,

Diğerleri dördüncü kabilenin bulunduğu yere yönelmişler.

* Dördüncü kabile de; “Ateş yakılmıyor, ama ateş hakkında yayılmış abartılı söylentilere inanılıyor; ateşin bizzat kendisi, tanrı olarak kabul ediliyormuş.”

Ateş yakmayı kimsenin bilmediği ancak ateşin gücüyle ilgili çeşitli öykülerle beyinlerin yıkandığı bu kabilede de bir başka öğrenci kalmak istemiş.

* *

Bilge ve diğer öğrencileri, adayı biraz daha dolaşıp dört köyde kalan öğrencileri almak için aynı yolu izleyerek geri dönmüşler.

Ve…
* Birinci kabilede kalan öğrenci arkadaşlarının; “konuşmaya başladığı an; kabilenin din adamlarınca suçlandığını; öğrenci arkadaşlarının; bir yabancıya inanmaktansa, kendi din adamlarına inanmayı yeğleyen kabile halkı tarafından yakılarak öldürüldüğünü…”

Öğrenmişler.

* İkinci kabileye geçmişler. Burada bıraktıkları öğrenci arkadaşlarının; “Halkın tapındığı aletleri kullanarak ateş yaktığını, bu durumu gören kabile halkının da tapındıkları nesnelerin böyle kullanılmasına tepki gösterip, arkadaşlarını öldürdüklerini…”

Öğrenmişler…

* Üçüncü kabilede bıraktıkları öğrenci arkadaşlarının; “Bir insanın totemine tapmanın yanlışlığını anlatan, sözlere başlar başlamaz, hemen oracıkta boğazlanarak öldürüldüğünü…”

Öğrenmişler…

* Dördüncü kabileye geçmişler. Burada bıraktıkları arkadaşlarının da; “Ateşin gerçekte ne olduğunu anlatmaya başladığı an üzerine saldırılıp, linç edildiğini…”

Öğrenmişler…

… …

Bilge ve kalan öğrenciler gemilerine dönüp, denize açılmışlar.

Bilge kişi, ada gezisinin sonuçlarını kalan öğrencilerine şöyle özetlemiş…

Öğretmek, bilmekten zordur.

Doğru bilgiye direnenlere, bilmeyi / öğrenmeyi istemeyenlere bir şey öğretmek ise zorun da zorudur.

Cahiller, bildiklerine inanırlar ve yeni bilgilere direnirler.

Ancak temeli olmayan bu bilgi nedeniyle huzursuzluk içindedirler. Bu nedenle de “bilen insanlardan” nefret eder; onları yakar, öldürürler…”

* * *

Bu öykü bir çağrışım yaptı mı sizde?

“Batı dünyası, uzayda koloniler kurma aşamasına gelmişken, biz neden bu durumdayız?” sorusuyla, bu öykü arasında bir ilişki kurabildiniz mi?

??!!...

Kurmaya çalışın.

Sorunumuz burada çünkü.

Gerçekleri görmeme, öğrenmeye direnme ve kabullenmeme sorunumuz var.

Bu nedenle iki yakamız bir araya gelmiyor, yerlerde sürünüyoruz.