Ekli resimdeki zeytin ağacını gördünüz mü?

Tam 3500 yaşında.

Yunanistan topraklarında yaşıyor, daha doğru bir ifadeyle yaşatılıyor, yaşamasına izin veriliyor…

Nasıl ama?

Tablo gibi değil mi?…

Bu anıt ağaçlardan o kadar çok var ki Yunanistan’da

Bundan çok daha yaşlı (4500 – 5000 yaşında olan) zeytin ağaçları da var. Asırlardır özenle korunuyor, kollanıyor ve nesillerden nesillere devrediliyor…

Dil(ler)i olsa kim bilir neler söyler, neler anlatır(lar)dı!

Al karşına sor, neler gördüler, neler yaşadılar!

Dile kolay üç bin beş yüz yıldır yaşıyor.

Üç bin beş yüz yıldır ayakta yani.

Üç bin beş yüz yıldır da zeytin veriyor.

… …

Sordum, soruşturdum, araştırdım…

Bay Google’a başvurdum; ‘Batı Dünyasında, bu yaşta, kaç ağaç vardır diye?’

‘Binlerce…’ dedi Bay Google.

??!!..

‘Ya bizde, bizim coğrafyamızda? Ve de Doğu ve güney komşularımızda? Bu yaşta kaç ağaç var?’ dedim!

Belleği karıştı Bay Google’nın; bir süre yanıt veremedi. Karıncalandı ekran!

Tam arkamı dönüp gidiyordum ki, ekrandan bir “Hayret!...” sesi geldi!

‘Ne oldu, varmış değil mi? Bizdeki zeytin ağaçları, kaç yaşındaymış?’ dedim, şişinerek.

‘Varmış…’ dedi Bay Google. ‘Varmış da zeytin ağacı değil; porsuk ağacı… Zonguldak’ta… Hem de dört bin yüz on beş yaşında…’

‘Başka?’ dedim, yine şişinerek; ‘Başka?’

‘Şişinme’ dedi, ‘Bir iki tane daha var ama meyve vermeyen türden…’ Bozulmuştum.

‘Asma suratını öyle!’ dedi Bay Google; ‘Ne bekliyordun ki?!...’

Sonra da; ‘Siz okullarınızda, çocuklarınızı, Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, biz gideriz ormana, şarkılarıyla eğiten bir ulusun bireylerisiniz. Sizin coğrafyanızda bu yaşta anıt ağaçlar olması mümkün mü?...’ dedi.

Ve ekledi.

‘Üzerinde yaşadığınız Anadolu denen bu coğrafyada, 1600’lü yıllara kadar Erzurum’dan yola çıkan bir sincabın, yere hiç ayak basmadan, ağaçtan ağaca atlayarak, Antalya’ya dek ulaşabileceği sıklıkta ormanlar vardı.

O kopasıca ellerinizdeki baltalarla, kese kese bitirdiniz o güzelim yağmur ormanlarını!

Moğol İmparatoru Timur Han, Ankara Savaşında, o ağaçların sıklığından dolayı fillerini sokamamıştı savaş alanına…

Üzerinde yaşadığınız coğrafya, böyle bir coğrafyaydı.

Mahvettiniz o güzelim coğrafyayı” dedi.

Verecek yanıt bulamayınca, “O dönemler, cahiliye dönemiydi” diye saçmaladım.

“O dönemler, cahiliye dönemiydi, atalarınız öyleydi de; siz şimdi farklı mısınız sanki? Hâlâ elinizde balta / hızar, benzin bidonu, kibritle dolanıyor; güzelim ormanları kesiyor / yakıyor; yaktığınız yerlere de o şapşal otellerinizi, villalarınızı dikiyorsunuz.

… …

Size bir şey söyleyeyim mi size; gördüğünüz her ağaca odun gözüyle bakıyorsunuz ya; aslında odun olan o ağaçlar değil; sizsiniz odun olan siz…” dedi!

Baktım ki densizliğini sürdürecek; hemen kapatıp, susturdum densiz Google’u!…