Halkın adalete güveni yerlerde; hukuk ve adalet sistemi can çekişiyor.

Ülke kasası tamtakır.

Ülke kasası çıkışlı paraları, ayakkabı kutularına istifleyenlerin telefon konuşmaları, ayyuka çıkmış durumda.

Birden fazla kurumdan maaş alan bakan, milletvekili ve bürokratların, keyifleri yerinde.

Ne bu olayların aktörlerine uygulanan bir müeyyide var, ne bu olayların müsebbipleri içinde utanıp, sıkılan.

Saray inşaatları birbirini kovalıyor.

Vergi borcunu veremeyen ya da geciktiren esnafın ümüğü sıkılırken; iktidara yakın işadamlarının milyarlar tutarındaki borçları affediliyor.

“Milletin a’sına koyacağız” diyen, kerameti kendinden menkul işadamı(!), ülkenin dört bir yanında, ihale üzerine ihale alıyor.

Özelleştirme adı altında, Atatürk döneminde kurulan kurumların tamına yakını yok pahasına satıldı, satılıyor; olmadı tasfiye edilip kapatılıyor

1928 yılında Ankara'da kurulup; ilaç ve aşı üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, bu kurumlardan biri. (En çok da bu kurumun kapatılmasına içim yanıyor.)

İnancım o ki; bu Enstitü kapatılmasaydı eğer; ülkenin belini büken Covit 19 aşısını belki bu Enstitü bulup, üretecek; sağa sola muhtaç olunmayacak; ülke olarak bu denli kayıp verilmeyecekti.

Vızır vızır çalışıyor kara para trafiği.

“Bu ne iş?” diyemiyorsun.

Dediğin an; adalet(!), hırsızın değil, senin yakana yapışıyor.

* * *

Atatürk’ün bin bir emek, bin bir meşakkatle kazandırdığı kazanımlar ve devrim yasaları birer birer yok ediliyor.

Devletin valisi, devletin kaymakamı, devletin polisi anlayışı; yerini, iktidarın valisi, iktidarın kaymakamı, iktidarın polisi, iktidarın devlet görevlisi anlayışına bıraktı.

Sadece muhalefet değil, iktidar kanadından da muhalif sesler yükseliyor.

İktidarın ağır topu Bülent Arınç, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, “Ankara’yı parsel parsel sattığını…” itiraf etti.

Etti de ne oldu?

Hiç.

Koca bir hiç.

Ülkenin, bin bir meşakkatle Batı Uygarlığına döndürülmüş yüzü; tekrar, uygarlıktan nasibini almamış, “Doğu Yobazlığına” evrildi.

Ülke yediden, Arapların oyuncağı haline getirildi.

Kıytırık Katar, “otur” diyor, oturuyoruz; “kalk” diyor, kalkıyoruz.

Katar’ın eline avucuna, bakar olduk.

… …

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü dış politikası izleniyor.

Güney komşularımızın iç işlerine müdahale ediliyor, o ülkelerde iç savaşların çıkmasına çanak tutuldu.. Kaş yapıyorum derken göz çıkarıldı; PKK’nın, güney komşumuz olmasının zemini hazırlandı.

O da yetmedi; ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeliler, ülkenin başına bela edildi.

* * *

Umutsuz ve çaresiz gözlerle seyrediyoruz olup bitenleri.

Profesör Doktor İlber Ortaylı Hocam; “Türkiye, üç tarafı denizlerle, iç tarafı cahil ve hainlerle çevrili bir kara parçasıdır…” diyor.

Doğru mu?

Doğru.

Bu cahil kitle, sadece kendi kaderlerini değil; tüm ülkenin kaderini belirliyor.

Her türlü olup bitenden habersiz bu kesim, bunca yolsuzluğa, bunca iş bilmezliğe, bunca yoksullaşmaya ve mağduriyete karşın “devam” diyor.

Devam.

Her türlü yolsuzluğa, her türlü kumpasa devam…

Ortada bir yanlış, bir kabahat var mı?

Var.

Ama o yanlış, o kabahat, tepemizdeki zatta değil!

O yanlış, o kabahat, okumayan, araştırmayan, ülkeyi güllük gülistanlık sanan yüzde 55’lik oy potansiyeline sahip, seçmen kitlesinde…

İşte o nedenle bu durumdayız.