Yine bir haftadır yoğun olarak tartışıldı. Yine emekli generallerden tutuklamalar oldu. Gerekçe, "28 Şubat post modern darbe"si idi.

Ve bugün yarısı general 75 subay tutuklu durumda.

Zaten Ergenekon ve Balyoz davalarıyla, neredeyse ordunun kurmay takımının yarısı içeri alınmıştı. Adeta orduda bir temizlik hareketi başlatılmıştı.

Galiba bu temizlik bir Amerikan projesi idi. Çünkü soğuk savaş bitmişti. Komünizm bir tehlike olmaktan çıkmıştı. NATO stratejileri değişmişti.

NATO'nun soğuk savaş stratejilerine göre eğitilmiş, Sovyet tehlikesine karşı mevzilendirilmiş askeri kadroların temizlenmesi gerekiyordu.

Ancak 28 Şubat'la hesaplaşma, cumhuriyetle hesaplaşmaya dönüşür oldu.

Ordu yeniden dizayn edilir, yargı yeniden yapılanır, eğitim yeniden düzenlenir; özetle, sistem yeniden inşa edilir oldu.

Yani, iktidar karşıtı siyasal ve toplumsal kesimde böyle bir algı oluştu.

Peki, ne idi bu 28 Şubat olayı?

28 Şubat döneminin hükümeti REFAH-YOL, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan idi. Yani Refah Partisi-Doğru Yol Partisi koalisyonu.

Bir başka anlatımla iktidar, liberal İstanbul sermayesi ile muhafazakâr Anadolu sermayesinin koalisyonu idi. 1995 seçim sonuçları böyle bir yapı oluşturmuştu.

Ancak İslami referanslı Anadolu sermayesi, giderek büyümüş ve iktidardaki temsil gücü ile devlet olanaklarından faydalanır olmuştu.

İşte büyüyen bu sermayenin durdurulması, iktidardaki siyasal temsilinin tasfiye edilmesi isteniyordu.

Küresel sermaye ise, yükselen "Siyasal İslâm"ın batı karşıtlığını kırmak istiyordu.

Önce adına "yeşil sermaye" denildi. "Şeriatın ayak sesleri" denildi. Toplumsal hassasiyet yükseltildi. Özellikle asker, yüksek ölçüde uyarıldı.

Yani o günün büyük basını, gerekli kamuoyunu oluşturdu. Bu oluşumda ise, özellikle ahlaki hassasiyetler kullanılır oldu.

Ve sonuçta 28 Şubat 1997 müdahalesiyle iktidarın İslamcı kanadı tasfiye edildi.

Ancak Anadolu sermayesinin tabandan gelen bir gücü vardı. Kentlerdeki muhafazakâr yapı güçlenmişti. İslami motifli siyasal yapılanmalara, sosyolojik bir iklim oluşmuştu.

Ne yazık ki bu iklim, karşı siyasal güçlerce okunamamıştı. Günümüze kadar da okunamadı. Ve de bu sosyolojik olgunun bir analizi yapılmadı, yapılamadı.

Üstelik tasfiye edilmek istenen ve bir ölçüde tasfiye edilen İslamcı kanatta, büyük bir mağduriyet yaratılmıştı.

Ve sonuçta batı karşıtlığı kırılmış, bu günkü iktidarın güçlenmesi ve de büyük bir halk desteğinin oluşmasının önü açılmıştı.

Yani diyebiliriz ki, 28 Şubat sonu gelişen siyasal oluşumda, İstanbul sermayesinin değil ama küresel sermayenin isteği gerçekleşmiş oldu.

Ve ne yazık ki, her darbede olduğu gibi bu ülkenin "sivil" sahipleri, 28 Şubat müdahalesinde de yine orduyu kullanmış oldu.

Ama o gün orduyu tahrik eden güçler, bugün 28 Şubat'ı sahipsiz bırakmakta.

O gün 28 Şubat'a övgü dizenler bugün günah çıkarmakta.

Ve o gün askere yalakalık yapanlar, bugün iktidara yapmakta.

Sonuçta İslami referanslı siyaset 10 yıldır iktidarda.

Ancak bir farkla:

O gün onlar korkuyordu devlet gücünden, bugün laik kesim...

O gün onlar korkuyordu yargıdan, bugün cumhuriyetçi kesim...

O gün onlar korkuyordu YÖK'ten, bugün Kemalist kesim...

O gün askerden korkuyordu basın, bugün iktidardan...

O gün askerin enirinde idi rektörler, bugün iktidarın...

Yani değişen bir şey olmadı. Yalnız korkular yer değiştirdi.

Ve 90 yıldır cumhuriyet, korkular yer değiştirerek yönetilir oldu.

Oysaki siyasetin görevi, korkuları korumak ya da yerini değiştirmek değil; korkuları yok etmek olmalıydı.

İşte, 28 Şubat ve sonrasının fotoğrafı bu olsa gerek.